"Bu sayfalarda yer alan yazı, belge ve fotoğraflar
5846 sayılı yasanın güvencesi altındadır.
İzinsiz kullanılamaz."
İbrahim Ergin
“YORGUN SAVAŞÇI” İBRAHİM ERGİN
Bizler “…varlığımızın gizli boyutlarında kısmen kökensel ve
kısmen deneyimden kaynaklanan bazı temel biçimleri taşımaktayız.
Sanatçının dışa vurdukları bunlardır.”(+) Yaşantımızı renklendiren,
yaşantımızı biçimlendiren, bireye kişilik kazandıran yaşantısıdır.
Bu yaşantı onun birikimlerini oluşturur. Öyle bir birikimdir ki bu;
mutluluğu, acıları, sevinçleri içinde taşır. Bir yapıda; tuğlaların üst
üste konması gibi oluşan, yaşama tutkumuzu perçinleyen oluşumlarla
bütünlük içeren bir yapıdır kişilik.
İbrahim Ergin de kendi kişilik oluşumunu bizlere aktarırken
“Canı dişinde bir babayla dişi tırnağında bir ananın, insanların
mutluluğuna adanmış oğluyum” diye belirtir. Bu oğul Muğla’nın
Yerkesik beldesinde 1938 yılında doğmuştur. Yerkesik şimdi merkez
ilçe Menteşe’nin bir mahallesidir.
İbrahim Ergin’in doğduğu günlerde Yerkesik tütün kokardı.
Tütün kokusuyla yatar, tütün kokusuyla uyanırdı Yerkesik’li. İşte
böyle yoğun tütün kokulu bir tarlada doğmuştur. “Alın teri yiyen
insanların” çocuğudur. “Çul-çaput içinde gülümseyerek büyür. “
Bu büyüme şiirlerindeki dizeler gibidir. Büyür de büyür “Mal-meşakkat,
aş-ekmek” olur o büyülü sözcükler… Büyür de büyür, dönüşürler şiirlere.
“Tren düdükleri ıslanıyor gözlerimde
Seni ağlıyorum bir de bilemediğim
Ve hiç duymadığım dört köşe bir ıslık
En turistik yerimden vuruyor beni
Kurtuluşum oluyorsun”
Kurtuluş yazmaktır duyguları, kurtuluş yaşamaktır sözcüklerle. O
sözcüklerle oluşur, büyür İbrahim Ergin. Dergiler, gazeteler yer verir
sayfalarında bu şiirlere. Kendisi onları bilmez, tanımaz, ne var ki çoğu
kişi bilir, tanır İbrahim Ergin’i. Ve de O şiirleri ile büyür, büyür de,
şiirleri dillerde dolaşan koca yürekli adam olur, büyür de “ Karyalı Şair”
olur.
Bir tutam şirini toplar, bir araya getirir onları. Ara başlıklar ekler,
yıl 1964’tür. Kitabın adına “Eksik Koşu” der. O denli heyecanlıdır ki; bu
kitabın tüm yazın öğretmenlerine, tüm yazarlara, şairlere ulaşmasını ister
ve bu isteğini gerçekleştirir. Tüm okullara, yayınevlerine, öğretmenlere ve
yazarlara ulaştırılmak üzere yollar. Kitabın ulaştığı çok kişiden olumlu
yanıtlar alır. Yaşar Kemal ayrıca bir teşekkür mektubu yazar. Artık ünü
artmış, şair ve yazarlar arasında adı daha çok bilinir olmuştur.
Eksik Koşu kitabında ara başlıklar var demiştik. Her ara başlık için
bir de resim çizilmiş. Resimleri çizen arkadaşı rahmetli İsmet Ünal Türker’dir.
O günlere özgü sade ve yalın çizgilerle oluşmuş bu resimler, kitaba da ayrı bir
hava katmış. Başlıklar; “Sen yok mu ya, Kalburüstü Koşusu, Yorgun Savaşçı
ve Nasır Tarlası” olmak üzere dört başlıktır.
İşte bu sayfalarda yer alan “Yorgun Savaşçı” başlığı, kitabın 31.
sayfasında yer almış. Ne var ki bu ara başlık bu sayfadan çıkmış, daha sonra
bir kitabın kapağına yapışıvermiş. Çoğu kişi bilir bu kitabı. İlgiyle karşılanmış,
ancak çekimi yapılan filmi gösterime girememiş, yasaklanmıştır. Bu kitap,
Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı” romanıdır.
İbrahim Ergin yazarlar ve şairler arasında tanınan birisi olmuştu.
İstanbul’a gidişlerinde onlarla bir araya gelir, toplantılarına katılırdı. Bu
toplantılara katılmasını Yaşar Kemal sağlamıştı. İstanbul’a gidişlerinden birinde
Memet Fuat’ın evindeki toplantıya Yaşar Kemal İbrahim Ergin’i de götürür.
Söyleşiler sırasında Yaşar Kemal “Halk dilini güzel kullanıyorsun. Kullandığın
bazı güzel sözcükleri kitaplarımda kullanırsan gücenme” der. İbrahim Ergin,
ünlü romancıdan bu sözleri duyunca çok mutlu olur. Yine aynı toplantıda Kemal
Tahir de Eksik Koşu kitabının 31. sayfasındaki ara başlığı çok sevdiğini söylemiştir.
Yıllar sonra bu beğeni romanın başlığı oluvermişti.
Bu toplantılara Demir Özlü, Adnan Özyalçıner, Mübeccel İzmirli, Günel
Altıntaş, Sennur Sezer ve Enis Batur gibi yazar ve şairler katılırdı. İbrahim Ergin
İstanbul’a gidişlerinde bu toplantılara zamanı oldukça katılmaya çalışırdı.
Yurt içinde ve Muğla’da çıkan dergi ve gazetelerde yazıları ve şiirleri
yayımlanıyor ve severek okunuyordu. Muğla’da Ferayi ve Fethiye’de çıkan
Beşkaza dergilerinde şiirlerini okurları ile buluştururdu. Bir dönem tümümüzün
yazın okulu olan Varlık dergisinde şiirleri, Türk Dili dergisinde de öyküleri
yayımlandı.
Öykü yazarlığına pek heveslenmese de yazdığı öyküler okunmaya değer
öyküler arasında yer alır. Kendisi bu öyküleri için birer denemedir der. Alçak
gönüllülük eder. Alçak gönüllülük eder de, kabul etse de etmese de bunlar, bal
gibi öykülerdir. Bunu neden yazıyorum dersiniz; Mahmut Makal’ın “İbrahim
Ergin; sen çok iyi bir şairsin, sen çok iyi bir yazarsın” dediğine birkaç kez tanık
oldum. Bu tanıklığım, Ankara’da ya da Muğla’da iken telefon görüşmelerimizde
ikisini buluşturmaya,görüştürmeye çalışırdım. Buna o toplantılarda olan
arkadaşlarım tanıktırlar.
Bu söz oldukça doğrudur. İbrahim Ergin önce çok iyi bir şair, sonra da
çok iyi bir yazardır. Bu nedenledir ki, Tarık Dursun K. adına Foça’da
düzenlenen “Deniz Öyküleri” yarışmasında 3. Lük ödülüne değer görülmüştür.
Az yazmasına karşın aldığı bu ödül de gösteriyor ki, İbrahim Ergin öyküler
yazmalıdır. Dağarcığında olan anıları, olayları, zaman zaman bizlere anlattıklarını
yazmalıdır. Onları; onun dilinden, onun sözcüklerinden kurgulanmış öyküler
olarak okumalıyız. Benim bu konuda ondan çok beklentilerim olduğunu bilmesini
isterim. İsterim ki, en iyi tanığı Anadolu insanını yazmayı sürdürsün, onların
yaşama koşullarını, çilesini, dertlerini dert edinsin de yazsın, o güzel sözcükleri ile
aktarsın bizlere.
ÇünküAnadolu insanı çalışkandır. Deyim yerindeyse ekmeğini topraktan,
taştan çıkarır. Alın terleri nerdeyse hiç kurumaz. Didinir dururlar sıcak aşları
soğumasın, çocukları aç kalmasın diye. Karınları tam doyar mı bilinmez. Bilinen
şudur ki çalışmak onların mayasında var. Çalışmadan üretmeden duramazlar.
Üretmeden aç kalacaklarını bilirler. Bilirler ki sürekli didinir dururlar toprak
üzerinde.
“Ellerinden öperim
Anadolu insanın
Şiirlerle, masallarla, ninnilerle
Süslemiş dilimi
Türküler yakmış
Hoyratlara yüklemiş
Gamı kederi
Saklı bir cemredir içimde
Zeybek endamlı
Muğla türküleri” der İbrahim Ergin. Mayasında Muğla türküleri vardır.
O türküleri yakmış insanların içinden çıkıp gelmiştir. Yorgundur. Tütün
yorgunudur. Anasının tütün tarlasında çektiği çileler ona da yansımıştır. Beli
bükülmüşlüğü, tütün ezikliğini, anasıyla, komşularıyla birlikte yaşamıştır.
Halkın çalışmaktan nasır tutan o elleri, elbette öpülesi ellerdir. Geçim
için, dirlik için, yaşamak için, aç kalmamak için nasır tutan eller elbette öpülür,
elbette baş tacı edilir o eller. O eller Anadolu’dur. Mayasında Anadolu türküleri
vardır o ellerin. Gün doğmadan yola çıktığında, tarlaya vardığında dudaklarındadır
o türküler. Anadolu türküleri yorgunluğunu alır, çalışma gücü verir, artırır direncini
dilindeki türküler. Çünkü o, türküleri yakanların içinden gelmiştir. Yorgundur,
tütün yorgunudur. Büyüklerinin tütün tarlasında çektiği çileler ona da yansımıştır.
“Anamın çelimsiz incecik
Kökünden incinik kolları
Kıvançla “Deloğlan” diyen sesi
Neden çok uzaklarda
Şimdi neden titrek” der.
Tütün sarartmıştır, eritmiştir onları, titretmiştir her geçen gün o çalışkan
bedenleri. Tütün işte deme, derman kalmaz dizlerde, kollarda güç kalmaz.
Tütün ki bir ince sızıdır bedenlerde, sorma gitsin.
“Tütün de diker anam
Karaçalıya döner yaz geldimi
Çapasıymış, kırımıymış, dizimiymiş
Ayağını alamaz anam
Burnundaki kanı durduramaz”
İbrahim Ergin de; üreten, çalışan toplumun içindendir. O toplumun
içinde aynı çileleri yaşamış, aynı çileler çekmiştir. Üretici dertlenmiş, o da
dertlenmiştir. Duyarlılık budur. Ekmeğini, aşını arayana arka çıkmıştır.
“Köyümün derdi anamın derdi
Daha ne olsun
Bağ, bahçe, tütün, harman
Aç-susuz
Yayan yapıldak
Uykusuz
Çalış babam çalış
Dizlerde tanrısal bir derman” diye seslenir. O insanların, Anadolu
insanın bitmez tükenmez üretme gücünü de serer gözler önüne. Tarlada,
bahçede izi olmayanlar anlayamaz bunu. Tarlada, bahçede alın teri akıtmayanlar
bilemez bunları. Zaten bu ülkeyi ele güne muhtaç etmeden yaşatan bu halk
değil mi? O yüzden sırtı yere gelmedi halkımın. Bu nedenledir ki yedi düvele
kafa tutulmuştur. Kafa tutulurken bu halktan güç alınmıştır. Bu nedenle;
“Türk milleti zekidir, çalışkandır” demiştir Atatürk.
Doğru demiştir. Üretmek için, ele güne el açmamak için üretmiştir.
Çocukluğunda, gençliğinde bunları yaşamıştır. Onların yorgunluğu, şairin
yorgunluğu olur. Onların derdi, şairin derdi olur. Sarılır kaleme tüm gücüyle,
karasabanın sapına sarılır gibi.
“TÜTÜN ACISI
Ellerimiz bir çift beyaz güvercin
Konar kara sabanın sapına
Sür Allah sür
Bir çocuktur ki tütün kolay büyümez
Uykularımız vardır uyunmadık
Kel bir ahlat gölgesinin çağırdığı
Göz bebeğimiz yarı canımız tütün
Geceyi gündüz ederiz alın terimiz yetmez olur
Yağmuru bundan severiz
Yoksulluk ayıp değil
Benzimiz tütün sarısı
Biz ekeriz el biçer
Çoğalır yerden göğe öfkemiz
Satılmış gecelerin birinde
Namluya şiir süreriz.”
İbrahim Ergin yazdığı şiirlerini “Eksik Koşu” ve “Karda Leke Var”
adlı kitaplarında topladı. Öyküleri için de bir kitap düşüncesinin var olduğunu
biliyoruz. Bu öykü kitabını da çok yakında okuyacağımızı umuyoruz ve
bekliyoruz.
(+) Rollo May, Yaratma Cesareti, Metis Yayınları 2001 İstanbul. s. 50
İbrahim Ergin Muğla Kültür Evinde
Namluya Şiir Süren Adam: İBRAHİM ERGİN
“…sanatçılar, insanoğlunun süregelen kafa tutma gücünün taşıyıcılarıdır.”(1)
Onlar toplumun sürekli önde giden, topluma ışık tutan bireyleri olmuşlardır. Bu nedenledir ki, her dönemde onlardan korkulmuş, onlardan ve sözlerinden irkilmiştir çevresindekiler ve yönetenler
Oysa onlar sürekli doğruyu söylemiş, doğru olan yolları, yöntemleri sunmuşlar, göstermişler topluma.
Hani demiş ya atalarımız “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” Öyle olmuş, görülenler, aynadan yansımaları budur. Günlük yaşantıları bu yansımalar içinde geçmiştir.
Ancak doğrulukları ve değerleri, yıllar sonra anlaşılmıştır. Aslında “Sanatçılar iç imgeleri ve hülyalarına dalmış yumuşak huylu insanlardır. Ama tamda bu onları baskıcı bir toplum için korkulu kılar.”(2)
Onlar alışılagelmiş yaşantıların esiri olmazlar. Düşleri peşinde koşarak, yeni dünyalara, yeni yaşantılara doğru açılırlar. Hıncını, öfkesini insanlara yöneltmektense kendi içinde yaşar, bu hınç ve öfke içinde kendini heder eder.
“Stanley Kunitz, “şair şiirlerini öfkesinden çıkarır, yazar” der. Aynen böyledir İbrahim Ergin de. Öfkesini şiirlerine yansıtır ve de şiirlerden çıkarır öfkesini.
Tutkuları çoğaltmak, “tutkuları tutuşturmak”, içinde var olan duyguları yeniden canlandırıp, ortaya çıkarmak şair yapar İbrahim Ergin’i. Çünkü O’nda “yakıcı bir kavrayış” vardır. Bu yakıcı kavrayışla kaynaştırır duygu birikimlerini ve bu kaynaştırma şiirlere dönüşür.
“…
Ölüm taşımış atlar
Öküz arabaları
Üşümüş ova dağ
Çocuklar
Namlu soğuğundan”(3) diye yazmış Romanovski’nin Ölümü adlı şiirinin bir bölümünde.
O’nda duygu birikimi, duygu seli yüklenir durur dizelere. Az olur, öz olur. Anlatır kendini, yansıtır duygularını bu az ve öz oluşlarda. Dize dize parıldar, dönüşür sözcüklere, nakışlara, renklere O’nun dünyasında.
“Yağıverecek Nisan yağmurları için
Aynalara yorgun bulutlar düşeli
Ben şeytanın umut yüklediği gemi
Ben çığlık, ben sapına kadar delişmen
Ve ben içimin denizlerine demirli
Bir yerlerime güneş doğuyor gibi
Gönlümce söyleşir uzak limanlar
Tenem tenem saçlardan ateş dökülür
Yangın yerleri büyür düşüncelerde
Ayazım çocukları toprağa gömülür (4)
Kendisi de söyler; O delişmen bir yürektir. O delişmenlikle yansıtır içindeki duyguları ve de çığlıkları. Ve, ve de:
“Ayıp değil ya gıdıklanıyorum
Kilot izlerinde akşamlar oluyor utanmadan
Kabıma sığamıyorum” (5) demekten kendini alamıyor. Ne denli içten bir anlatım… Saf, temiz, yalansız, dolansız… Böyle olmalı insan; hileye, gizlemeye, yozlaşmaya kaçmadan demeli, aktarmalı duygularını.
İbrahim Ergin sürekli bunu yaptı. O’nda aldatma, kandırmaca yok. Lafı döndürüp, dolaştırmak yok. Lafın ardına sığınarak kendini gizlemek yok…
O dümdüz söyler, açıkça söyler, pazarlıksız, korkusuz söyler. Ve de sözcüklerini kurşun gibi saplar insan yüreğine…
Bu nedenle “Tütün Acısı” şiirinde der ki:
“Yazlar gelir geçer de
Bellerdeki sızı geçmez
Biz ekeriz el biçer
Birikir yeniden göğe öfkemiz
Satılmış gecelerin birinde
Namluya şiir süreriz.”
İbrahim Ergin’in şiir ve öykülerinde ağırlıklı olarak, yöresel kültür ve dil birikimi vardır. Anasından, çevresinden duyduğu sözcükler birikir, yer eder usunda. Bilinçaltı dolar taşar bu yöresel dille ve sözcüklerle. O dille, o sözcüklerle düşünür, o dille, o sözcüklerle düşler kurar. Maksim Gorki “Ana” adlı romanında (6) “Ekilmemiş buğdayın ekmeği mi olur” diye yazmıştı. Bu nedenle İbrahim Ergin dağarcığına bir yığın, halkın dil anlatımlarını, halkın kullandığı sözcükleri ekmişti. Bu ekilenleri de o denli coşkuyla, sevgiyle besledi ki, bire kırk verdiler, bire yüz verdiler o birikimler.
Öyküler oluştu, şiirler oluştu taştı bizlere, sizlere ulaştı o dağarcıktan. Seller, sular gibi okuduk, okur olduk onları.
Hala da okuyoruz.
Çünkü bir insan eline kalemler almadan önce, yüreğini, kafasını donatmalı, doldurmalı öylece çıkmalı yazın yaşamında yola. İbrahim Ergin tümden bu yolu seçti, bu yolu yeğledi. Evindeki kitaplığı içinde buldu kendini. Onlarda yazılanlara kaptırdı yakasını. Bu kaptırma, şiir oldu, öykü oldu, anı oldu ulaştı bizlere.
İyi de oldu.
Okuyanlar da kaptırdı kendini kitaplara. Sözcük oldular, şiirlere dönüştüler, yaşamlarından birer parça buldular.
Son olarak derim ki, her şey için yüreğine, düşüncene sağlık İbrahim Ergin.
Kalem gücün hiç eksilmeye…
Mehmet Erbil
16 Haziran 2018 Cumartesi Ürgüp
(1) Rollo May, Yaratma Cesareti, metis yayınları Ekim 2001, s. 56.
(2) a.g.e. s. 56.
(3) İbrahim Ergin, Karda Leke Var, s. 10.
(4) a.g.e. s. 12.
(5) a.g.e. s. 13
(6) Gorki, Ana, Kor Yayınları İst.2017. s. 125.
İBRAHİM ERGİN
1938 yılında Muğla'nın Yerkesik köyünde doğdu. Yerkesik şimdilerde Muğla'nın bir mahallesi oldu. Yaşamı boyunca şiirle uğraştı, şiirle yattı kalktı. Güncelin peşini bırakmadı. Günceli yaşadı ve de dizelere döktü algılarını. Algılarında büyüdü sözcükleri, algılarında doğdu dizeler ve de şiirler.
İbrahim Ergin'i Muğla Belediyesi Kültür Evinde tanıdım. Dostları ile söyleşiler yapıyordu. Önceleri yan masada oturduğum için "kulak misafiri" oldum. Sanat üzerine, kültür üzerine olan söyleşileri uzayıp gidiyordu. Çok güzel bir ses tonuyla, "vurgularına diyecek yok" dedikleri anlamda şiirler okuyordu. Derken bir gün, aynı yerde arkadaşım Ressam Vahdet Kadıoğlu ile buluştuk. O sıra İbrahim Ergin de geldi. Tanışıyorlardı. İşte esas tanışıklığımız o zaman başladı. Ondan sonraki söyleşilerde ben de yer almaya başladım. Okuduğu şiirleri daha yakından duydum, tad aldım. Okuyuşuna diyecek yoktu. İyi bir şairdi. Çok güzel şiirleri vardı.
Muğla değerini bilmeli, sahiplenmeli bu yürekli şairi. Kol kanat germeli. Destek vermeli. Vermeli ki sözcükleri çoğalsın, dizelere dönüşsün, ses olsun, yankılansın kulaklarda.
O buna değer. O ve şirleri bunu hak ediyor.
Sadece böyle biline diyorum...
İşte "Karda Leke Var" kitabından seçtiğim bir kaç örnek.
GÖKOVA
Bu deniz hiç görülmüş değil
Bir yanı birden bire dağ
Bir yanı bin bir bük, ada, koy
Yeşil ve mavi iplikten ışığı
Böyle bir oya örülmüş değil
Bir ulu fırçada buluşmuş
Binlerce kuş, renk, koku
Billahi bir Türkmen kızı dokumuş
Bir kilim ki baştanbaşa destan
Daha dürülmüş değil
Kim bestelemiş bu sessizliği
Bu ressam bildiğimiz değil
Bu sizsiniz, bu benim, bu doğa
Bir mavi gül açmış Ege’de
Eşi görülmüş değil.
İbrahim Ergin
ŞİİR I
Bir kımıltıdır şiir
Canlı gibi, derinde
Güldür
Rengiyle, kokusuyla
Açar ozan yüreğinde
Sevgidir
Paylaştıkça güzel
Isıtır bizi Baharı anlarız
Kuş türkülerini
Ve şiiri
Gecedir
Günün solduğu
Nasıl geldikse gideriz
Ölüm yabancı değil
Şiire girdiğinde
DENİZ
Deniz denizdir
Nereye gitseniz
Gökova'da deniz gökyüzü
Gökyüzü deniz
SEVMEK GİBİ BİR ŞEY
Saçların savurma dursun
Sonsuz bir ıslık gibi dolaşsın içimde
Rüzgar oluyorsun
Bu yağmur senin ağladığın
Sular seller içindeyim
Yokluğunu biriktirdim bunca yıl
Şimdi öyle uzak ki sesin
Bütün aynalar tenha
Bir tek sen içindesin
Coşkun bir nehir miyim neyim
Hep sana doğru akıyorum
Kendi kanımda zehir miyim
Yoksa yazılmadık şiir miyim
Zamanı sen ağarttın saçlarımda
Ben artık sevmek gibi bir şeyim
Saçlarını savurma dursun
Sonsuz bir ıslık gibi dolaşma ormanda
Yorgun kuşlar uyusun
ÇİVİSİ ÇIKMIŞ ŞİİR
Dünyanın çivisi çıkmış tutmuyor
Ülkeyi bu hale koyan utansın
Derdim çok ağır kantar çekmiyor
Şu fakir milleti soyan utansın
Yurdumun insanı solgun benizli
Ölüm döşeğinde kadınlı kızlı
Kimseler bilmiyor halimiz gizli
Zam üstüne zammı koyan utansın
Dağ gibi birikmiş fakirin ahı
Çalıp çırpmamak onun günahı
Senin de Allah’ın onun Allah’ı
Kene gibi şişip doyan utansın
Ahlaksız teklifler aldı yürüdü
Üç kuruş için ar namus çürüdü
Nice insan eğri yola yürüdü
Tomarla parayı sayan utansın
Ergin’im, şairlik var serde
Zehir arıyorsun balda şekerde
Sen bari sızlanma durduğun yerde
Aç mide sesini duyan utansın
Karyalı şair İbrahim Ergin
KEMANCI TAHİR USTA(+)
İbrahim ERGİN tarafından yazıldı.
10 Haziran 2015 tarihinde oluşturuldu
Tahir Usta 1903 yılında, şimdi adı Yeşilyurt olan Pisi’de doğmuştur.
Dişsizoğlu Hüseyin’in oğludur. O zamanlarda yapıcılık, nalbantlık, marangozluk, değirmencilik gibi zanaatların hemen hepsi Rum’ların elindedir.
Dişsizoğlu Hüseyin, Rumlardan öğrendiği değirmencilik sayesinde adını duyurmuş bir insandır.
Oğlu Tahir’i yanına çırak alır. Tahir son derece yetenekli bir insandır. Elinden her iş gelir. Çevredeki bütün değirmenlerin bakım ve tamir işlerini artık Tahir Usta yapacaktır.
Bir yandan Yatağan’ın Deştin Köyünde Rum Anassos’a ait bir değirmeni çalıştırmaktadır.
Evlenme çağı gelmiştir. Sevdiği kızı vermezler. Hani Aşık Veysel’e sormuşlar: “Aş nedir?” Demiş ki; “bir kızı verirlerse evlenirsin, vermezlerse aşık olursun.”
Bizim Tahir Usta aşık olup kendini müziğe vermiş.
Hemen bir ekip kurup düğüncülük yapmaya başlamış.
Ege Türküleri hep cinayetler ve acıklı olaylar sonucu üretilmiş Türkülerdir. Tahir Usta çevresinde gelişen olaylardan uzak duramaz. Çok güzel Türküler yakar. Bunlar halkın canevinden fışkıran ağıtlardır.
Adem kardeş
Kara Ova Düğünü
Ormancı
Kerimoğlu
Ve daha bir çok Muğla Türküsü Tahir Usta’nın, yani gerçek adıyla TAHİR ERDİNÇ’in eseridir.
Onu sadece bir defa Yerkesik’te komşumuz Hüseyin Kavalcı’nın düğününde gördüm. “Çalgıcı” olarak gelmişti.
Ana tarafımdan akrabam olduğunu biliyordum.
Misafir olarak bizde kaldı.
Kerimoğlu Türküsü Muğla’nın adeta İstiklal marşıdır.
Zeybek endamlı harika bir tınısı vardır.
Ünlü folklor araştırmacısı Muzaffer Sarısözen’in derleme ve araştırma çalışmaları için iki defa Muğla’ya geldiğini biliyoruz. Hemşehrimiz saz sanatçısı Mustafa Karaosmanoğlu ile birlikte köy köy dolaşıp derlemeler yapmıştır.
Ankara radyosu sanatçılarından Fethiyeli arkadaşımız Hamdi Özbay bir süre Muğla’da söz kursu açmıştı.
Sarısözen’in ikinci gelişinde Hamdi Özbay’la buluşup ünlü Kerimoğlu Türküsünü notaya aldırdığı söylenir.
**
Bundan 8 yıl kadar önce bir etkinlik münasebetiyle Yatağan’a gitmiştim. Oradaki konuşmamda Kemancı Tahir Usta’nın Pisi doğumlu olmasına rağmen Yatağan’da yaşadığını, güzelim Muğla türkülerini Yatağan’da bestelediğini dolayısıyla bir büstünün kadirşinaslık örneği olarak herhangi bir yere dikilmesinin uygun olacağını söyledim.
Benden sonra söz alan sevgili dostumuz Belediye Başkanı Haşmet Işık, Tahir Ustan’nın bir büstünün yapılacak ilk parka ve caddeye dikileceğine dair söz verdi. Bunca zaman geçti, bu konuda hiçbir şey yapılmış değil.
Muğla Belediye Başkanı Sayın Dr. Osman Gürün ve Sayın Bahattin Gümüş’ün sanata ve sanatçıya uzak olmadıklarını yakından biliyoruz. Heredot, Hipokrat, Artemis gibi Karialı değerlerin birer heykelinin Muğla’ya dikilmesi hepimizi sevindirmiştir.
Bunlara ek olarak yakın tarihimizin bazı değerleri de güzel Muğla’mızın meydanlarına, parklarına, caddelerine çok yakışacaktır diye düşünüyoruz.
Fethiye Belediyesi, Belediyenin hemen önüne Ramazan Güngör’ün heykelini diktirdi. Muğla Merkeze bir Tahir Erdinç, bir Zihni Derin heykeli dikilmez mi? Biraz daha genişletirsek Ula’ya bir Ali Rıza Zorlu, Marmaris’e iyi şair Erdoğan Çokduru yakışmaz mı?
Gene Fethiye ilçemizde Menteşe Bey (ki mezarı oradadır) Bodrum’a bir Halikarnas Balıkçısının heykeli dikilse fena mı olur?
Ankara Belediyesi Ankara’yı dinazor heykelleriyle donatmış. Hiç hoş değil. Bizim kendi değerlerimiz var.
Bir Heredot bütün dünyaya Historia adını duyurmuş bir insan.
Bir Zihni Derin ki, içtiğimiz her yudum çayda hakkı olan bir Muğlalı daha kimler…neler…
Değerli dostumuz Tarihçi Ünal Türkeş olmasa Zihni Derin adını belki de çok kimse bilmeyecekti.
Bir tarihte Muğla’nın üst düzey hanımları Sarp kapısına kadar varan bir gezi tertiplemişti.
Otobüs Rize’de bir iki tur attıktan sonra bir heykelin önünde durur.
Şoför “Hanımlar” der.
“Bu heykel Muğlalı hemşehrimiz Zihni Derin’in heykeli içinizde bilmeyen var mı?
Kimseden tık çıkmaz.
“O anda yerin dibine girdim diye anlatmıştı benim hanım…
Ünal Türkeş sayesinde bugün Muğla’da bir Zihni Derin caddesi, bir Zihni Derin İşhanına sahibiz.
ÇAYKUR Genel Müdürü Ekrem Yüce 2004 yılında Ünal Türkeş’i Milas Havaalanından aldırıp kendisini Trabzon’da karşılamıştı.
Dört gün kaldığı Ünal Türkeş Radyo, TV, Gazete, Konferans konuşmacısı olarak bilinmeyen yönleriyle Zihni Derin’i tekrar Rize’lilere tanıtmıştı.
İyi ki Ünal Türkeş gibi değerlerimiz de var.
Gün gelecek onun da heykeli dikilecektir.
(+) Nabide Kılınç sayfasından alınmıştır.