"Bu sayfalarda yer alan yazı, belge ve fotoğraflar
5846 sayılı yasanın güvencesi altındadır.
İzinsiz kullanılamaz."
Muğla Sokaklarından
Sanatçı Mehmet Erbil’in “Çizgilerle Muğla Desen Sergisi” nefes almamı ve her çalışmada içimdeki tüm zamanların Muğla’sını yaşamamı sağlıyor. Sanatçının sergiyi takdim yazısında bir sözü dikkatimi çekiyor :
”Her insanın bir çizgisi vardır.” Üzerinde kafa yorulacak önemli bir durak noktası.
İsmail Zorba
Muğla Hamle Gazetesi 03 Ekim 2017
MEHMET ERBİL RESİM SERGİSİ MUĞLA ÇİZGİLERİ KÜLTÜR ŞENLİĞİ’NDE AÇILDI.
Mehmet Erbil’le tanışmamız Hasanoğlan Köy Enstitüleri belgeleriyle başlar. Hasanoğla’nı gidip görmedim, isteğimdir muhakkak göreceğim.
Yine tanışmamız Köy Enstitüleri’nin dehası Bizim Köyü’n yazarı Mahmut Makal ve Naciye Makal değerleri ile olmuştur, birlikteliğimiz süregelmiştir.
Hasanoğlan’ı belgeleri, yazıları ile kendisinden öğrendim, sevdalandım. Her Köy Enstitüsü’nün kurulduğu o yerlerde resimlerinde izlemek, gerekse gittiğim yerler ben de çok derin etkiler, izler bırakmıştır. Sanki o günlerin içinde çağlayarak yaşıyorum..
Kendisiyle Milliyet Blog yazarları içerisinden de tanışıyoruz. Milliyet Blog bir çok değerli çeşitli yazar ve öykücülerin, romancıların, şiircilerin buluştuğu geniş bir platformdur.
Geçen kış ayında fırtına eserken, yağmur beklenir hava kararırken, ışıklar yanar atölye’de, bulutlar durmadan geçerken, soğuk, kış aldırmadan Ankara’daki atölyesinde Muğla’yı o dokusundan parçaları kaleminin vuruşlarıyla çiziyor, çiziyordu. Can Muğla’yı çiziyordu.
Bazen telefonla görüştük, dile getirdik resimlerinin Muğla’da açılacağını. Heyecanı yüksekti, güzel çizimler tablolar , coşkuyla bir Muğla yaşıyor, çıkıyordu.
Sokaklarından geçti, evlerinin duvarlarından Muğla’yı seyretti. Geçerken insanını resmetti. Hayat kapılarından , kuzulu kapılarından geçişleri çizimlerine hayallerini taşırken oldukça etkilendi. Muğla’ya kızı dolayısıyla sık sık geldi. Muğla ve sanatseverler derneği ile tanıştı, Muğla’yı sevdi.
O sevgisini çizimlerine taşıdı. Günlerce çizimleri için uğraştı, emek verdi.
Mehmet Erbil daha önce çok sayıda resim sergisi açtı. Bunları kendi arşivine taşıdı, yazdı, belgeledi. Sanırım bunları da öykülendirerek, resimleri, belgeleri ile kitaplaştırır.
Mehmet Erbil’in Eğitim Onurumuz Köy Enstitüleri, Hasanoğlan Köy Enstitüleri diye eserini geçen yıl okumuş , arşivimize almıştık. Üretken yurtsever, insancıl.
Muğla Menteşe Kültür Şenlikleri çerçevesinde Muğla çizimleri Konakaltı Kültür Merkezi’nde bu hafta sergilendi. Hala sergisi açıktır. İzleyicileri ile buluştu.
Ancak bir talihsizlik hepimizin sevdiği Ünal Türkeş’i kaybetmiştik. Tam da o güne denk geldi. Sergiye gelecekti. Hayat işte. Ölüme yürüyen yol. Ebedi gidiş. Yıldızlar kayboluyor giderek ,hüzün bulutu gibi çıkıyor aniden .
insanı insan yapan duygun, insani vicdanınla ölebilmek şu yokuşta, çıkmaya çalıştığın yol mu hayat ve ölüm !!!.
Ansızın gelen.
İzlediğim sevgili Mehmet Erbil’in sergisine gelince, çok özel çalışmalar kalemin resme vuruşu, etkileyici, ilk kez. O ağaçlara yansıyan dantel inceliğinde kalemin ucu yüreğin gücüydü.. Muğla yaşam günlüğü ve evleri, sokakları, insanları çizgilerde güçlenmiş , Muğla’nın demokratik duruşunun yansıdığı çizimler olup, yüksek kalitede çalışmalar idi. Demokrasi bir şehrin her anı ile ilişkilidir.
Sevgili Erbil’i çok özel çalışması nedeniyle ilk defa izlediğim sergisi için Muğla’ya emeklerini, sevgilerini alkışlarım , kutlarım.
Teşekkürler.
Menteşe Belediye Başkanı
Bahattin Gümüş sergiyi açtı. Mehmet Erbil’e plaket verdi. Mehmet Erbil ise, kendisine özel yapılmış bir tabloyu hediye etti.
Daha nice sergilere dileğimle.
Nabide Kılınç Muğla Devrim Gazetesi 10.10.2017
Muğla sokaklarından 1 (Desen: Mehmet Erbil)
Zahire Pazarı Girişi 1 (Desen: Mehmet Erbil)
Zahire Pazarı Girişi (Desen: Mehmet Ebil)
BODRUM KALESİ NEDEN KAPALI?
Güneşli bir gün, ne var ki serin. Yine de insanlar kıyıdalar. Güneşin tadını çıkarmaya çalışıyorlar. Kahveler, af edersiniz cafeler dolu. Buralarda bir araya gelenler vuruyorlar lafın gözüne. Anlatıyorlar, gülüyorlar, gülüşüyorlar. Gençler sevgilerinden söz ediyorlar. Bu sözler ilk tanışmalara dek iniyor. İniyor da; Bodrum aşkının nasıl başladığına dek varıyor. Konuşmalar ayrımsız kızlı-erkekli sürüyor. Güneşli günün çıplaklığı da laflar üzerini örtmüyor. Yalın, açık ve de dürüstçe sürmesine neden oluyor lafların. Katıksız anlatımlar vuruyor kıyıya. Tıpkı dalgaların kıyıya vurması gibi yankılanıp geriye dönüyorlar. Bu gidiş gelişler sürüp gidiyor. Bodrum olduğundan bu yana nasılsa, öyle sürüp gidiyor.
Bu gidiş Balıkçı’nın bir armağanıdır Bodrum’a diye düşünüyorum. O anlamlı, Bodrum’u Bodrum yapan anlatımlar çıkıyor ortaya. Okunan kitaplardan söz ediliyor. Keyifle okunmuş kitaplardan dem vuruluyor. Öyle bir dem ki, Balıkçı’nın demi üzerine tutmuştur mayasını. Öyle tutmuştur ki, kilitlenip kalırsınız Bodrum kalesinin kapısında. Burukluk sarar içinizi. İçeri giremezsiniz, kapalıdır kapılar. Kapalı kapılar ardında bir onarım sürer gider mi bilinmez. Bilmece gibi bir onarımdır bu. Çok uzun süren bir onarım. Doğruysa.
Kısaca kale konuksuz. Kale içindeki “Sualtı Müzesi” denizler altındaki o gizemli günlerini yaşıyor. Kimseler görmüyor şimdi. Hali ne olacak demekten kendinizi alamıyorsunuz. Dalıp dalıp gidiyorsunuz. Bodrum’da, kıyılarında yaşanan “Mavi Yolculuklar” gibi, düşünceleriniz gezip duruyor anıların kıyılarında. Usunuza Balıkçı, Azra Erhat, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Sabahattin Eyuboğlu geliyor ve de onların iz bıraktığı kıyıları, kayaları düşünmeden edemiyorsunuz. Sesleri, anlattıkları tarih dersleri kulaklarınızda çınlıyor. Mavilikler içinde yitip gidiyorsunuz.
Yitip gidiyorsunuz adına restore denen onarımın içinde.
Düşünceleriniz ısınıyor, düşünceleriniz bileniyor. Yazıyorsunuz, aktarıyorsunuz duyanlara, gören gözlere.
Duyarlılık taşıyorsunuz, sözcüklerle yansıtmaya çalışıyorsunuz olan biteni.
Duyanlara, duyarlı olanlara.
Duyan ve anlayanlardan biri de Karya’lı şair İbrahim Ergin’dir. Bakın ne demiş, nasıl anlatmış Karya’yı ve Halikarnasos’u:
FENİKELİ ŞAİR
Ben Fenikeli bir şairim
Babil sokaklarında adım söylenir
Akdeniz’i karış karış bilirim
Un, kereste, şarap, pekmez satarım Mısır’a
Tabletlerde çarpar yüreğim
Sur şehrinde doğdum
Cana can koydum Asur’da
Alfabeyi ben buldum
Öküz başında gördüm A harfini
Halikarnasos’lu bir kız sevdim
Bakıra işledim tarifini
Ben Fenikeli bir şairim
Kuş seslerini yüklerim tekneme
Akdeniz’in bütün renklerini
Güneş yüzlü çocuklarla özleşirim
Şiirime taşırım gülüşlerini
Almak ve satmak üstüne işim
Atlas kumaşlar yüklerim hayfadan
Has ipekten döküm döküm ibrişim
Sevda dendi mi üstüme yok
Bir karyatite gönül vermişim
Şiir akşamında geceleri
Denizin hışırtısına karışır düşlerim
Uzaklarda yaşamak sesleri
Bir yanar, bir söner karşı kıyıda
Halikarnasos’un titreyen
Yağ kandilleri
Ben Fenikeli bir şairim
Aklım uzaklarda
El kadar bulutta gizlenen fırtınayı bilirim
Bir de sevda türkülerini Karya’nın
Teknem baştan başa Anfora
Yelkenler fora ver elini Afrika sahilleri.
İbrahim Ergin
Mehmet Erbil 02 Aralık 2017
Kültür Evi dostlarından bazıları
MUĞLA-MENTEŞE KÜLTÜR EVİ DOSTLARI
Muğla-Menteşe Kültür Evi Muğlalı sanat dostlarının uğrak yeri. Gelirler, söyleşirler, dertleşirler. Şiirler okunur ard arda. Öyküler anlatılır Muğla üstüne. Kimler yok ki; Sadettin Özbek, Selahattin Sapmaz, İbrahim Ergin, arada bir uğrayan Ünal Türkeş, Bahattin Uyar çoğunun öğretmeni olarak en ağır toplardan biridir. İsmet Kavanozlar besteleriyle gelir dile. İhsan Özgen sporcu ve sendikalcık anıları, siyaset deneyimleri bir bir sıralanır, anlatımlar arasında alır yerini. Nabide Kılınç Yerkesik’ten gelir katılır bazı günler söyleşilere. Muğla sorunları ile dopdoludur. Aktarır arka arkaya sorunları. Bunları nerelerde yazdığını dile getirir. Şiir dağarcığı sürekli titreşen Sadettin Özbek:
ZİYARET
“Önce dudakların girdi kapıdan
Sonra sen geldin gülerek
Üşümüş ellerinde akzambaklar
Güvercin kanadı gibi titrek
Midye kabukları, ak çelenkler doğurmuş
Açılmış göğsün tomurcuklar gibi
Tutuştu birden sol yanımdaki yangın yeri
Uçuverdim sevinçten
Çocuklar gibi.
Ağrılarım dindi gözlerine bakınca
Titreyen dizlerime can geldi
Yeniden atmaya başladı
Enkazın içinde yitip giden yüreğim
Damarlarıma heyecan geldi
Her sabah böyle gel ne olur.
Bir seher vaktinde görün ve git
Savur saçlarını da dönüver
Serinlesin rüzgarından dudaklarım
Senin olsun senin olsun tüm sabahlarım."
diye başlar okur Bahahttin Uyar’ın şiirini. Çok güzel okur. Etkisi ertesi güne dek sürer. İbrahim Ergin de, tam bizi anlatmış der gür sesiyle. Gülüşürler.
Farklı bir ortamdır Kültür Evi. Orda öğrenirsiniz Muğla’da yapılacak kültür etkinliklerini. Orda öğrenirsiniz daha önce yapılmış etkinlikleri. Sürüp gelen yankılarını anlatırlar. Zamanları varsa, size özetlerler o etkinliği. Siz de görmüş gibi, yaşamış gibi olursunuz,
Muğla’da dostlarla buluşmak, dostlarla olmak böyle bir şey.
Yaşamak gerek. 19.04.2016 Salı
Muğla-Mentyeşe Kültür Evi'nden
Akyaka incelemeleri-Muğla (Desen: Mehmet Erbil
OKTAY AKBAL’IN 93. YAŞ GÜNÜ AKYAKA’DAYDIK
20 Nisan 2016 Çarşamba günü Muğlalı dost Sadettin Özbek’le telefon görüşmemizde; “Akyaka’ya Oktay Akbal’ın 93. Doğum günü için gidiyoruz. Gelebilir misin?” dedi. Çok sevdiğim, yazılarını yıllarca severek okuduğum Oktay Akbal için gitmemek olur muydu? “Hemen” dedim. Yatağan’dan gelecek dostlar da varmış. Beni Muğla girişindeki polis kontrol noktasından aldılar. Turgay Mutlu ve Recep Helvacı dostlarla da böylece tanışmış oldum. Muğla merkezden, Cumhuriyet Meydanı’ndan Selahattin Sapmaz’ı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kültür Merkezi’nden de Sadettin Özbek’i alarak Akyaka’ya doğru yola koyulduk. Sakardan inerken Gökova Körfezi görünür görünmez Sadettin Özbek dağarcığında hazır bekleyen yüzlerce şiirden birini okumaya başladı:
“Kocaman bir tablo yapmışlar,
Sakar’dan aşağıya atmışlar.
Öptüm başıma kodum,
Kaldırıp astım duvara.
Bakınca dilim tutuldu,
Gökova’yı gördükten sonra,
Daha bir sevdim yurdumu.”
Ali Yüce
Bir şiir, tam de yerinde ancak bu denli etkili okunabilirdi. Tam Gökova’ya bakarken, o güzel görünüşe dalmışken…
Sakar’ı indik, Akyaka’ya girdik. Yollar perişan, düzenleme var. Bir yanda ağaçlar kesilmiş, yeşilin boşluğunu görebiliyorsunuz. Yapılacak kavşak ve alt geçit için olduğunu öğrendik. Üzüldük…
İlk uğrak yerimiz Akyaka Mezarlığı oldu. Nail Çakırhan ve Halet Çambel’in anıt mezarlarını ziyaret ettik. Işıklar içinde olsunlar.
Oda Tv sayfasından
Ayla Akbal
Sonra Oktay Akbal... Hala yazıyor. Ben daktilosunun sesini duyar gibi oldum. Mezarı başındaydık. Kalabalık yoğunlaştı. Eşi Ayla Akbal geldi. Sevgi dolu gözlerle karanfil bıraktı sevgili Oktay’ına. Dostları, sevenleri de öyle yaptı. İşte o an anladım ki; Oktay Akbal sevgisiyle, bıraktıklarıyla aramızdaydı. Yapıtları ile yaşıyordu. Sevgi dolu konuşmalar yapıldı. Oktay Akbal’la fotoğraflar çektirildi. Vedalaşarak Yücelen Otel’deki Panele doğru yola koyulduk.
Panelde dostları, yakın arkadaşları konuştu anlattılar Oktay’ı. Anlatılanlar o denli sevecen ve canlı idi ki; dostları sağ olsun, O’nu aramızda sandık. Ünal Türkeş, Şule Perincek, Kemal Anadol, Prof.Dr. Coşkun Özdemir, Hamdi Gürsoy Yücelen ve Aydın Turunç. Tümünün de dillerine sağlık.
Panel sonrası anladık ki, Oktay Akbal’ın daktilosu artık yazmıyordu. Öyle ki; Mustafa Balbay’ın armağan ettiği yeni daktilo da Oktay Akbal’a azizlik ediyor, yazmıyordu.
İşte o an anladık ki; anıları, yapıtları, sevecenliği, Azmak kıyısındaki dost sofraları hala bizimleydi. Bizimleydi Oktay Akbal…
Bıraktıkları yapıtları ile aramızdaydı.
Yapıtları ile yaşayacaktı, ölmeyecekti.
Sadettin Özbek
MUĞLA'DA
SANATIN UYGULAYICISI VE KORUYUCUSU SADETTİN ÖZBEK
Sadettin Özbek 16 Nisan 1955 Muğla doğumludur.
Sadettin Özbek oldukça özverili bir sanatçı; sahnede oyuncu,
sanatçılara destek olan çalışmalar yapar. Onları sahneye alır, gösterilere
katılmalarını sağlar, şairlerin şiirlerini seslendirir, yazarların kitap
tanıtımlaırına ortam hazırlar. Bunlar yetmez sergiler düzenleyerek sanatçıların
çabalarına destek olur. Bireysel çalışmaları karma sergilere dönüştürerek
sanatçılar arası dayanışmayı güçlendirir.
Sadettin Özbek ve arkadaşları bir gösteride
Bunlarla yetinmez Muğla Sanatseverler Derneği kısaca
MUSANDER ile de bu dayanışmayı belediye ve sivil toplum örgütleri ile bağlar
kurarak geniş halk kitlelerine ulaşmayı hedefler.
Sadettin Özbek bir gösteri sırasında
Sadettin Özbek’te var olan yönlendirme gücü bu ulaşmayı
kolaylaştırır. Arkadaşları ve sanat dostlarını sevecen bakışları ve tavırları
ile bir araya getirir, Özbek’in oyunculuk yeteneği ile de planladıklarını
birlikte sunacaklardır sahnede. Yola birlikte çıkıp, sahnede kol kola girip,
omuz omuza verip başarırlar birlikte. Önemli olan Muğla’dır. Muğlalı
sanatseverlerdir önemli olan. Yaptıkları, sahneledikleri, sundukları her
program onlar içindir. Muğla’yı sanatla kucaklaştırmaktır önemli olan onlar
için.
ÜNAL TÜRKEŞ
Konakaltı Kültür Merkezi Ünal Türkeş arşivi sergisi 20 Kasım 2013
Has bir Muğla'lı. Varı yoğu Muğla. Tüm benliği Muğla'ya adanmış bir kişilik. Ne yana dönseniz, ne yana baksanız Ünal Türkeş'i görürsünüz, Ünal Türkeş'le karşılaşırsınız. Bir yerde bir anıt mı var, önemli bir kişilik mi anlatılıyor temelinde onun kaynakları, onun adı var. Hani ne derler; Ünal Türkeş demek Muğla demek. Ya da Muğla demek Ünal Türkeş demek. Böyle bir canlı kaynak o. Böyle bir tarih o, Muğla'nın tarihi.
Üanal Türkeş arşivi sergisinden 20 Kasım 2013
Ünal Türkeş'in arşiv sergisi 20 Kasım 2013
20 Kasım 2013
20 Kasım 2013
20 Kasım 2013
Yakından tanımıyordum. Muğla'ya gittiğimde görüşmek istedim. Çıkardığı Muğla Devrim Gazetesi yönetim yerine gittim. Orada yoktu. Fotokopi için gittiği adrese yönlendirildim. Muğla'yı iyi bilmediğimden, sora sora o adresi buldum. Orada da harıl harıl çalışıyordu. Önünde bir yığın belgesel fotoğraflar var. Onların taraması ile uğraşıyor. Belli ki Muğla tarihinden yeni sayfalar açacak. Çok yoğundu, tanışma aşaması ve kısa bir söyleşiden sonra onu fazla engellememek için izin isteyip yanından ayrıldım. O işlerini sürdürdü.
Bir anlık görüşmemde bile Ünal Türkeş'i anladım. O, tüm benliği ile Muğla için yaratılmıştı. O, Muğla'ydı.
Kısaca dopdolu, kültür üreticisi bir insan o.
Gücü bol ola...
18 Mart 2015
YERKESİK VE NACİYE MAKAL(+)
Anadolu’nun özümlenip tanınmasında en büyük katkı Halikarnas Balıkçısı’nındır. Eğer o cezalandırılıp, Bodrum’a sürgüne gönderilmeseydi; Bodrum Bodrum olamazdı diye düşünüyorum. Belki de Bodrum Bodrum olurdu da; ününü bu denli kazanamazdı. Bilgi donanımlı, sevecen insanların bölgeye ilgilerinin artması, mavi yolculuklar yapmaları, yazılar yazarak Gökova ve çevresini anlatmaları bölgenin geleceğine ışık tuttu.
İşte bu Halikarnas Balıkçısı:
“Cenneti arıyorsanız Gökova Körfezine gidiniz. Denizine hayran olursunuz ama arkanızı dönünce de heybetli Kıran Dağlarıyla karşılaşırsınız.”(1) der… Saptama çok yerinde ve de doğru.
“Çünkü; bu heybetli dağların üzerinde boydan boya yemyeşil bir coğrafya”(2) yer alır. Buranın adı Yerkesik’tir.
Naciye Makal, 1929 yılında Muğla’nın Yerkesik bucağında doğdu. O zamanlarda bucak olan Yerkesik şimdilerde Muğla’nın Menteşe Belediyesine bağlı bir mahallesi olmuştur.
Yerkesik’te ilkokulu bitiren Naciye Makal, 1942 yılında Antalya Aksu Köy Enstitüsüne girer. Burayı 1946 yılında bitirerek, Muğla Dirgeme (Akkaya) köyüne atanır ve burada 4 yıl çalışır. İkinci görev yeri Aksaray Demirci köyüdür. Buradaki 6 yıllık bir çalışma döneminden sonra 1957 yılında Ankara Mithatpaşa İlokuluna atanması yapılır. Burada çalışırken 4499 sayılı yasa gereğince inceleme yapmak, bilgi, görgü ve ihtisasını artırmak üzere İngiltere’ye, Milli Eğitim Bakanlığınca 1962 yılında gönderilir. Bu çalışması 1 yıl sürer. Sonrasında Ankara Keçiören’deki Feyzi Alioğlu İlkokulunda görev yapmaya başlar. Oldukça verimli bir öğretmenlik dönemi yaşayan Naciye Makal, 1978 yılında emekli olur. Emekliliği resmiyettedir. Oysa o hala okur, çalışır, dostları ile eğitim ve ülke sorunları üzerine söyleşir ve aydınlık düşüncelerini sürdürür ve de yazar. Bu yazılarını “Bindim Tütün Küfesine” adlı kitapla okuyucularına armağan etmiştir. Naciye Makal’ın bu kitabında; tütün üreticilerinin, Yerkesik halkının geçim derdi ve çilesinin öyküsü yer alır. Zor yaşama koşullarının, eziyetli çalışma ortamının yalın ve öz anlatımıdır bu. Öyle ki, tütün tarlasına giden yollarda yankılanan türküleri duyar, o türkülerin sesiyle yol alışları dile getirir. Bu bir çalışma temposudur. Bu bir çalışma ilkesidir onlar için. Türkü ve türkülerin ezgisi coşturur, güçlü kılardı onları. Kapız’dan geçerken duydukları o sesler iliklerine dek işler, yaşama daha sıkı sarılırlardı.
“Öf ülen de aman aman
Yerkesik’in minaresi minaresi!
Dürülü de kalmış aman
Kerimoğlu’nun cüvaresi cüvaresi.”
Derken varırlardı tütün tarlasına, koyulurlardı hemen işe. “Vakit çalışma vaktidir. Bir dakikasını bile harcama zamanı değildir. Sıcaklar basıncaya dek çok iş yapmalılar, yapmalılar ki sıcaklar basmadan işin çoğunu bitirsinler. Sıcaklarda tütün kırılmaz, buruşan yapraklar yapış yapış olurdu, yapışırdı ellere. Sıcakla birlikte artardı tütün kokusu, bunaltırdı onları. İçleri bir hoş olurdu, kusarlardı çoğunlukla çocuklar. Bu yüzdendir ki varır varmaz dalarlar tütün tarlasına. Onların; “… Elleri alışkındı. Parmaklarını tütünün çevresinde dolaştırarak, ermiş yaprakları bir bir kırmaya başladılar.”(3)
“Güneş, ateşten bir top gibi dağın zirvesinden yükseldi. Isınmaya başlayan tütünlerin kokusu daha ağırlaşıyor, mide bulandırıyordu. Sanki, tek vücut gibi Sakine’yle Zehra yeniden öğürmeye başladılar. İçleri su kaynağıymış gibi, ağızlarına su doluyordu boyuna. “Tütün Tuttu” dedikleri buydu işte. Zayıfları, bakımsızları daha çok tutuyordu.”(4)
Böyleydi çocukların tütün tarlasında üretme çabaları. Katkı olurdu büyüklerine, daha fazla tütün kırma çabalarına ortak olurlardı minicik elleriyle. Çalışma böyle sürer, arada dinlenme molası verirlerdi. Kısa sürerdi bu. Öyle uzunca zaman harcama lüksleri yoktu.
Bunu Naciye Makal şöyle anlatır:
“Bir cuvara içimi” dinlenmişlerdir. Kimsenin onlara “iki cuvara içimi” dinlenme zamanı vermeye niyeti yoktu.”(5)
Çalışma zorlukları buydu. Ürün yetiştirmek, geçim için kazanç elde etmek bu zor koşullardan geçiyordu. Geçiyordu ya, bir de elde ettikleri bu zor koşullara değseydi, gözleri hiç arkada kalmayacaktı. Ne gezer. Bazen borçlu çıkmadıklarına sevindikleri bile olurdu. Zordu yaşam, zordu kazanç elde etmek, zordu geçinmek onlar için. Tam bu günlerde Naciye Makal, ilkokulu bitirince okumayı sürdürmek ister. “Bu zor geçim sıkıntılarından kurtulmanın yolu okumaktan geçer.” diye düşünür. Kararını verir, okuyacaktır.
“Muğla- Yerkesikli Naciye Poyraz’ın Aksu Köy Enstitüsü’ne nasıl kaydedildiğine dair anlattıkları, bu dönüşümün hangi koşularda yaratılmaya çalışıldığının göstergesidir: “on bir yaşındaydım. 1942 Şubat’ının soğuk ve yağmurlu bir gününde, ağabeyimle birlikte yaya, köyden Muğla’ya gitmek üzere yola düştük. Köy Enstitüsü’ne kayıt işlemi yaptıracak, sonra geri dönecektik. Bir kaç ay sonra okuldan haber gelince okula gidecektim. Elimde çıkın, başımda bürüntü vardı. İlkokulu bitirir bitirmez, ‘günahtır’ gerekçesiyle başımı örtmüştü babam… Neyse, yine bir kamyon yolculuğundan sonra Antalya’ya, oradan doğruca okula, insana insanca bakan bir adamın karşısına çıktık. Hoş-beşten sonra bu adam, yitiririz diye paramızın bir kısmını aldı, defterine yazdı. Adam, haftaya gelip kendisinden harçlık istememi söyledi. Şehriye”, dedi. “Bu küçük kızımız okula alışıncaya kadar yanından hiç ayrılmayacaksın. Ambardan ölçüsüne uygun elbise al, yatağını göster.” (6)
Okul yaşamı böyle başladı. Mutluydu.
Naciye Makal, çocukluk yıllarında da çevresi ile ilişkisini canlı tutmuş, halkın yaşamına, gelenek ve göreneklerine ilgisiz kalmamıştır. Yanlış inanç ve yönlendirmeleri not etmekten kendini alamamıştır. Bunlardan birini şöyle yazmıştır:
“Mezarlığa adını veren Hacı Efendi yatıyordu burada. Çocuğu olmayan, adak adayan kadınlar buraya gelir, kurban keserler, sonra da mezarın üstündeki taşları kaldırıp altındaki karıncaları bir incirin içine koyup dua ederek incirle birlikte yerlerdi.” (7)
Bana oldukça ilginç geldi. İncir ana rahmini, karınca da bebeği mi simgeliyor diye düşündüm durdum.
Yerkesik’le ilgili bilgiler derlememde bana yardımcı olan Nabide Kılınç ilginç notlar aktardı. Bunlardan birinde, Makallarla ilgili önemli notlar vardı:
“ İvriz Köy Enstitüsü mezunu Mahmut Makal’ın Aksaray’a bağlı Demirci Köyüne atanan Antalya Aksu Köy Enstitüsü mezunu Öğretmen Naciye Poyraz aynı köyde tanıştığı Mahmut Makal ile 1950 yılında evlenir.
Naciye Poyraz Makal, Muğla’nın yakından tanıdığı Yerkesikli Tüccar Yaşar Poyraz, Tüccar Arif Poyraz, İnşaat Mühendisi Hüseyin Poyraz’ın amca çocukları arasındadır.
Oğlu Prof. Dr. Ahmet , Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi, Öğretim üyelerindendir. Kızı Tezer, Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur.Halen Ankara Keçiören’deki evinde yaşamını sürdürmekte olan Mahmut Makal yakın zamana kadar Yaz aylarının bir bölümünü Yerkesik’te geçirirdi.”(8)
Öyküsü buydu Naciye Makal’ın. Tatlı ve de oldukça yorucu anılarının yaşandığı Yerkesik buydu. O yılların bağları, etrafına açılmış sınır oluşturan kanallarının şimdilerde izi de yok. O zamanlar bu sınır izlerine, daha doğrusu kesiklerine dayanarak buraya Yerkesik adını vermişlerdi denir. Biz bu anlatıyı duyduk ve aktardık. Ne var ki, tütün tarlaları da yok. O tarlaların verdiği, geçimlerine yetmeyen getirisi de yok. Bunun yerine bol bol sebze ve meyve üretimi yapılıyor. En büyük pazarları da Marmaris ve çevresi olmaktadır.
İlginçtir, önceden buraların tüm tapu kayıtlarının Hürrem Sultan adına olduğunu duymuştum. Hürrem Sultan buralara gelmemiş. Ancak Kanuni Sultan Süleyman 1522 yılında Rodos seferine giderken buraya da uğramış. Yerkesik’i çok beğenmiş olmalı ki, bu cennet köşesini Hürrem Sultan adına kayıtlara geçirmiş. Nedense ben böyle düşündüm.
Yerkesik’te geçim derdi sürüyor. Geçim çabaları yine tüm yorgunluğu ile halkı oyalıyor. Yorgunluklarından arta kalan zamanlarını efil efil esen rüzgarın verdiği serinlik içinde az da olsa unutuyorlar gibi geliyor bana.
Kısaca Naciye Makal ve Yerkesik bu. Anlamları kendi içlerinde saklı. Daha derinlemesine incelemeler yapmak gerekir diye düşünüyorum
Sağlıkla kal Naciye öğretmenim.
Huzur doluluğu ile kal Yerkesik…
Mehmet ERBİL
(+) Mehmet Erbil, Köy Enstitüleri ve Yurtseverlik, Payda Yayıları 2014, Ankara, s. 159.
(1) 1- Yerkesik, Tarih ve Etimoloji, Yerkesik Belediyesi, 2006.
(2) 2- a.g.e.
(3) 3- Naciye Makal, Bindim Tütün Küfesine, s. 14
(4) 4- a.g.e s.16
(5) 5- a.g.e. s.19
(6) 6- Yusuf Yavuz, Antalya’da Köy Enstitüsü Yılları
(7) 7- Naciye Makal, a.g.e. s.26
(8) 8- Ünal Türkeş, Muğla’yla ilişkisi olan Ünlüler, Muğla Devrim Gazetesi.
NAZİF İYİBİLİR
20 Ağustos 1953 Yerkesik-Muğla doğumlu.
O baba yadigarı dükkanda üretiyor çalışmalarını. Mekanı, Zahire Pazarı'nın hemen arkasında. Cama bantla tututurduğu kesik uçla yazdığı yazı ile dikkatimi çekti. Bu sanatla iç içe olan birisi anlamına geliyordu. Hiç çekinmeden girdim içeri. Çalışıyordu. Kolay gelsin deyince, çalışmayı bıraktı, ilgilendi benimle. Doğma büyüme Muğla'lı olduğunu (Yerkesik), emekli olduktan sonra zamanını değerlendirmek ve Muğla kültürüne az da olsa katkıda bulunmak için çalışmalarını sürdüğünü anlattı. İlginçti. Muğla simgesi bacaları, kuzulu kapıları, Muğla evlerini küçük örnekler halinde yapıyor, o günlerin adı bilinmeyen yapı ustalarının yaratıcılığı ve titizliği ile işliyordu. Liseden sonra Eğitim Enstitüsünü bitirmiş. Ardından da Eğitim (Pedagoji) Bölümünü. Uzun yıllar öğretmenlik ve ardından denetmen (müfettiş) olarak çeşitli kentlerde çalışmış. Yeter demiş, emekli olmuş. Gördüğüm kadarıyla bu emekllik resmiyette kalmış. Çünkü o hala çalışıyor, hala üretiyor. Ürettikleri ile Muğla kültürüne hizmet ediyor.
Kendisi ile görüşmem 19 Temmuz 2014 tarihinde oldu. Çalışmalarını Ekim ayı içinde sergileyeceğini söyledi.
Nazif öğretmenin gücü ve üretimi bol ola...
18 Mart 2015
Nazif İyibilir'i 21 Mart 2019 günü kaybettik.
Nazif İyibilir'in örnek çalışmalarından
MEHMET KARABULUT
Ünal Türkeş arşivi sergisinden(20 Kasım 2013)
Muğla’nın Yerkesik beldesinde 1925 yılındadoğdu. Belde
şimdilerde Muğla’nın bir mahallesi.
Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü
1950 yılında bitirdi. Anadolunun çeşitli bölgelerinde (Edirne, Erzurum,
Kırklareli, Develi, İstanbul) öğretmenlik yaptıktan sonra 1976 yılında emekli
oldu. Şiirlerini 1954 yılından başlıyarak Yedtepe, Yelken, Ataç, Varlık, Yön, Yenilik,
İmece ve May dergilerinde yayımladı. 1970 yılında TRT Sanat Ödülleri
Yarışmasında başarı ödülü aldı.
HABERSİZ GEL
Bir akşamüstü gel, habersiz gel
Gün dağlardan giderken
Kendin bile duyma ayaklarının sesini
Ne umudum kaldı ne sevincim hiç direnmem.
O gece gökyüzü
Bir yıldız çayırına dönsün
Uzak kırlarda güz çiçekleri
Son güller açsın bahçelerde.
Her ne zahmetse bir kadın da
Geç bir saatinde gecenin
Balkonunda bir sigara içimi
O yıldızları izlesin.
Dostum filan yoktu, kimim vardı ki
Darbelerin bunalttığı
İnsanların telle, iple
Boğulup da ormanlara
Çukurlara atıldığı
Bir ülkede yaşadım
Ve krallığında çalınmış paranın.
MENEMEN NE Kİ
Senden sonra gelenler
Saymazsak bir ikisini
Düpedüz haindiler.
Daha ne kadar dayanırız bilinmez
Geri siperlere çekiliyoruz alaca karanlıklarda
Sivasta yakıldık, bombalandık kurşunlandık Taksimde.
Hep anımsarız
Menemen için dediğini
Düşünüyorum da şimdi
Sıvasın,Taksimin yanında
Menemen ne ki.
SEVGİ ŞİİRLERİ-1
Yaş onsekizde, yirmide sevgi
Kökü derin sularda
Bir rüzgarlı ağaçtır
Bir tekmedir kandan damara
Ve çiftlerden
aşıp giden bir at.
Otuzlarda, kırklarda bir gölge düşer üstüne
kopar üç beş damarı
Ve birden
Beklenmezken hiç
Bir rüzgar çıkar ucu dikenli
Düşer gibi olur dalından gül
Ama rüzgar dinip de
Uçup gidince gölge
Bir kumsala döner Akdenizde.
Elliden sonra matematikselleşir
Çiçeği olur aklın
Yıldızları
Düşerken tutmaz
Gölden toplar kıyısına oturup.
SEVGİ ŞİİRLERİ-2
Şu ipteki boyun
Sevginin boynu
Elleri gözleri saçları çocuk.
Adamlar ki içduyuları kuru dal
Onurları yalama
Barış ödülü verdiler sevginin cellatına.
O yüzden
Dağlarımızda sarı çiğdem
Mor menekşe
Bahçelerimizde gül, karanfil
Açmaz oldu bir tanem.
O yüzden
Gözyaşı sızıyor türkülerimizden.
SEVGİ ŞİİRLERİ-3
Para için, ün için
Ya da başka herhangi
Bir şey için sevgiyi
Çiğnersen şıralık
Şaraplık üzüm gibi
Kimse de durbakalım
Demezse eğer
Ay yıldızları
Güneş günü toplar gider.
SEVGİ ŞİİRLERİ-4
Sevgi güney-doğuda bir al yazmadır bi ucu da yırtık
Öğle güneşlerini emmiş bir poşu
Dağlarda yiten bir yol
Ve gecelerin ortasında
Alevi solmuş
Bir nevruz ateşi
Ve bir ceylan
Fırat'ta su içerken vurulmuş.
SEVGİ ŞİİRLERİ-5
Düş düşü kovalarken uykularda
Tütün tarlalarına, harmanlara ay
Elerken kendini
Duyurur duyulmaz
Bir ıslıktır sevgi
Bir toplanmış bohçadır
Bir kapıdır açılıp kapanan
Ve kuş kanadı iki yürek
Ve ay vurmuş bir dağ yolu
Sabah olunca da
Babadan anaya
Bir kötek.
SEVGİ ŞİİRLERİ-8
Yıllarca ve yıllarca önce
Gökte bir gri-mavi
Ulu çınarlar suskun
Ve uzun mu, uzun
Bir güz akşamında gördüm sevgiyi
Yürüyord ekleyerek izlere izi.
Şimdi o izlerden herbiri
Tutunup sevgi ırmaklarında bir dala
aman aşımlarına aldırmadan
Zaman aşımlarına aldırmadan
Bal damlatıyorlar kovana.
SEVGİ ŞİİRLERİ-9
Yaşını sordum sevgiye
Bilmiyorum, dedi
Ama dedi, sanırım
Gülle yaşıtım.
Bu kez de döndüm güle sordum
O da dedi ki
Mağara duvarlarındaki
Resmime sorun beni.
ÖTEKİSİ YÜRÜR
Tanrı baba
Yürü kulum demeden adama
Bir bakar, elinde ölçek.
Adamın yüreğinde, gönlünde
Şu kadarcık da olsa
Bir yıldız izi, gül izi
Işıyıp duruyorsa
Eli de kısaysa, çomak kadar bir şeyse eli
Uzanmıyorsa cebine halkın
Gözü de insan gözüyse
Okumuyorsa felfecir
Tanrı baba
Bir tekme atar adamın kıçına
Basar kahkahayı
Ulan der, bu ülke
Senin gibiyse dolu köy, kasaba.
YOL AYDINLIK
Kolay değil
bu havada yola çıkmak, yürek ister
Ama çıkmışlar işte
Bir kız
Bir oğlan.
Bir türkü çağırıyor kız
Duymuşluğum var benim bu türküyü
Bu türkü
Bir elma ağacının
Bir nisan gecesinin sabahında
Çiçek açması olur sanki
Ama kız diyor ki
Karacaoğlandan
Toroslarda akan
Bir dereden yarısı da
İşte o yüzden
Yarısı çam kokar
Yarısı da Elif
Şerbet gibidir, al da iç
Oğlan da sanki
Güneşli yamaçlarda giden bir taşlı yol
Mart deresinde biir kıyı
Damarda bir alyuvar
Çıkınında bir somun ekmek, üç kitap
Kitaplardan biri DimovunTÜTÜNü, iki cilt
Kafasında ayın ondördü
Bir demet gül
Bir şir
Şiir dünyanın en güzel şiiri
Elleri bin yaşında, kendisi yirmi.
Çeliğe su vermek bir dakikalık iş
Adama su vermek zor
Ama bu oğlan suyunu
Kendisi vermiş
Aferin oğlana.
Böylesine çıkılmaz da yola
Kiminle çıkılır
İşte kız da çıkmış
Aferin kıza.
Bulutlar geliyor dağlardan
Kararıyor ortalık
Ama yol aydınlık
Kızın ve oğlanın şavkından.
GİTME
Umuduma
çöl yüreğime karaçalı
Azraile koz olur gidişin gitme
Sensizliğe mahkum etme beni
Atma beni yedi kat yerin dibine
Düşürme aşkımı ellerin diline
Kurban olurum saçının bir tek teline gitme
Parangalara mahkum etme beni
Çarmıha germe umutlarımı
Karanlığa gömme yarınlarımı
Yok sayma duygularımı gitme
Sensizliğe mahkum etme beni
GİDİYORUM İŞTE
Merhaba
diyorum sensiz güne
Hüsrana uğradım ben aşkta yine
Elveda diyerek yarına düne
İsyan ederek gidiyorum işte
Zannetme gidişim bir oyun perde
Öleceğim senden uzak bir yerde
Mutluluk olsa da artık kaderde
İsyan ederek gidiyorum işte
Beni bulamazsın neyin varsa al
Helal etmiyorum haramlarda kal
Dilersen ardımdan lanetini sal
İsyan ederek gidiyorum işte
YARIN
Yarın başkadır diyorum
İnanmıyorsun
Hele bir yarını bekle
Umut yeniden gelecek
İnsan olsun
Yitip gitmedi ya
Bakarsın sabah kendiliğinden gelir
Böyle dolaşıp durma gecenin ortasında
Hem havayı kokla bir
Kar serpti serpecek
Bu sesler de kurt ulumaları
Dön geri çocuk olma
Yarın başkadır
Yarını bekle diyorum sana
TORBALAR DOLUSU
Çuvallar dolusu aldılar da kendileri
Kızlarının oğullarının
Ve gelinlerinin damatlarının
Ve de dünürlerinin
Bomboş torbalarını dolduran
Aynı adamlar
Geçip gitti Ankara'dan