SANATA GİDEN YOL KİŞİNİN BEYNİ, GÖZÜ VE ELİNDEN GEÇER. Mehmet Erbil
   
  Mehmet ERBİL
  GÜNCEM
 

  "Bu sayfalarda yer alan yazı, belge ve fotoğraflar

      5846 sayılı yasanın güvencesi altındadır.

      İzinsiz kullanılamaz."



Ankara Ticaret Odası Congre Merkezinde Kitap Fuarındayım
(Fotoğraf: Erhan Ünal) 17 Ocak 2016




Gökçe Çiçek kitap standımı onurlandırdı. 17 Ocak 2016


Bence buna eklenecek birşey yok. Haklılar.

 

 

 

Arkadaşım Aydın ERKEK anlattı. Yıl 1957, Kepirtepe İlköğretmen Okulu son sınıfta iken , mayıs ya da haziran ayında okula konser için Aşık Veysel gelir. Konser sırasında öğrencilere anılarını da anlatır. İşte bunlardan biri:

 

Aşık Veysel yine bir konser için gittiği yerlerin birinde otel odasında kalırken içeri hırsız girer ve parasını çalarak gider. Olayı polise bildiren Aşık Veysel’e polis, “Hırsızı gördün mü?” diye sorar. Aşık Veysel “ bu gözle nasıl göreyim” der. Polis tekrar, “Eşkalini tarif edebilir misin?” diye sorar. Veysel “Boyu uzundu” der. Bunun üzerine polis, “nasıl gördün?” diye sorusuna devam eder. Veysel de cevabı yapıştırır: “Sesi yüksekten geliyordu.” der.

 

30.03.2006 Perşembe

 

 

                XXX



                                = ANILARINA SAYGIYLA=
 


Yıllar önce yaptığım bu çalışma Abidin Eldereoğlu içindir. 12.02.1974 tarihini taşımaktadır. Abidin Elderoğlu'nun paletidir omuzlarda taşınan... Taşındığı yer ise bir anıtı simgeleyen yapıyadır. Çünkü sanatçılar; anıtsal insanlardır, onlar gönüllerimizdeki anıtlarda taht kurmakta ve  yer almaktadırlar. Renkleri bol olsun.










ABİDİN ELDEROĞLU (Denizli, 1901-Ankara, 1974)

Resim sanatına olan ilgisi, idadide lise okuduğu yıllarda gelişti. 1919'da okulu bitirince resim öğretmenliği vekilliğine atandı. İstanbul Öğretmen Okulu'nda okudu. Bu yıllarda, resim bigi ve yeteneğini geliştirici çalışmalar yaptı. Muğla ve Buca'daki öğretmenliğinden sonra, 1930'da Fransa'ya gitti. 932 yılında yurda döndü. 

Soyutçu eğilimin 1960'lı yıllarda temsilcileri arasında yer alır. Resimlerinde kalgrafik değerler, belirli bir plastisiteye göre düzenlenir, çizgi ile renk arasındaki oluşumlar, süreçsel bie etkinlik düzeyinde işlenerek geliştirilir.(Kaya Özsezgin, Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedik Sözlük,1994, s.134)

                                              X

                            
                           

RAHMETLE ANIYORUZ



Fotoğraf:Mehmet Erbil

                                               
                                               BİR SÖBÜTAY ÖZER 

24.03.2007 Cumartesi sabahı. Çok acı bir haber, beklenmedik bir haber, sizi de alıp götüren bir haber.

Celal Binzet aradı. Erkenden aradı. Sesinden anlamıştım, anlamıştım kötü ve de acı bir haber vereceğini.

1973 Eylül ayında Hasanoğlan'da tanıdım O'nu. İkimizde Hasanoğlan'a atanmıştık. Ben Nevşehir Kız Öğretmen Okulu'ndan, O; yeni mezun olarak ilk göreve başlamıştı.

Bu tanışıklık, birlikte eğitim için, başarı için sürdü.

Taki 24.03.2007 Cumartesi sabahına kadar. Anısını sonsuza dek sürdüreceğim.

26.03.2007 de Ankara'da toprağa verildi.
                                                           27.03.2007 Ürgüp 







             SÖBÜTAY ÖZER(İpsala, 1949-Ankara, 2007)
1973 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü'nden mezun olarak 5 yıl Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesi'nde resim öğretmenliği yaptı. 1978 yılında mezun olduğu okula atandı.Başta Devlet Resim ve Heykel sergileri olmak üzere çok sayıda karma sergiye katıldı.  Yeni Delhi 1980, Bükreş 1982 ve 1984 bienallerine , Küveyt, Cezayir, Avusturya, Çin ve Türk Cumhuriyetlerinde tanıtıcı sergilere katıldı.... 43 sergi açtı. Başarı ödülleri ve mansiyonları bulunmaktadır. Başlangıçta dolmuşlar, bisikletliler ve çay bahçeleri oldu konuları. Zamanla daha çevreci temalara kaydı.(37. BRHD Sergi Kataloğundan)






               NURİ ABAÇ(İstanbul, 1926-Ankara,2008)

1950'de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümünü Bitirdi. Bir süre Akademi'nin resim resim bölümüne devam etti. İlk sergisini 1949'da Mersin Halkevi'nde açtı. 1970'de Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği'nin kurucularu arasına katıldı. 42 ve 47. Devlet Resim ve Heykel Sergilerinde Başarı Ödülleri, 19822de İskenderiye Bienali'nde bronz madalya aldı. 1986'da Monaco Bienali'ne çağrılı olarak katıldı.(37. BRHD Sergi Kataloğu'ndan)









                              ÖLÜM
   Geldi gelecek
   Zaman belirsiz
   Ölüm hepimizin başında
   Bilrsiniz.
                                  Mehmet Erbil

    Bu dizeler yılların gerisinden, 1964 lü yıllardan geldi,
    takıldı yeniden usuma. Belki de usta sanatçı Nuri Abaç
    yeniden anımsattı... Gördünüz işte; Mart, yaptı yapacağını,kazma kürek  değil ama yüreğimizi yaktı, aldı ustayı bizden... 

    Saygıyla anıyorum.
                                                12.03.2008








           ÇİZGİLERLE OLUŞAN GÜNCEM
            Önemli olan çizgilerdir. Çizgiler günü dolu dolu yaşarsa, günü belgelerse sanatçının kalıcılığı, sanatçının bilinci belgelenmiş olur. Salt sözcükler değildir kalıcılığı sağlayan. Esasında çizgilerdir. O çizgiler ki, yazıdan önce boy salmış duvarlarda. Yazıdan önce yön vermiş insanlara. Öğretici olmuş, yönlendirici olmuş, güç olmuş. Doğanın dağları, taşları tanıktır buna. Ayrıca tarihin sayfaları da çok güzel belgeler bunu. Söze ne gerek var.Çizgi konuşunca gerisi boştur. Çünkü bu konuşma az olur, öz olur. Çok da iyi olur.
             Bu çizginin gücüdür. Bu insanı yıllardır yönlendiren çizginin belgeselidir. Biz buna benim çizgilerim, benim belgelerim diyelim.
              Siz de kendi belgelerinizi oluşturun, bırakın geleceğe. Gün ola, harman ola örneği...
              Çünkü her insanın bir çizgisi vardır.
                                                    12.03.2008







           YARATICI OLMAK
           Sanat çalışmalarında süreklilik gerekiyor. Ara vermeden, soluk alır gibi yapıtlar üretmek gerek. Yoksa,soluğu kesmek yaşama son vermek olduğu gibi, kendi sanatınızı da yoketmiş olursunuz. Düşünmek, düşlemek ve de uygulamak en iyi çözüm yoludur. Yılgınlığa kapılmadan, didinerek, gerekirse sürünerek yönelmek, varmak gerekir sanata. 
             Dahası sanat ortamına bilinçle ve de yapıtlarla, verilerle dolu olarak çıkmaktır. Ortamı doldurmak, bu dolduruşla da kişiliğimizin damgasını vurmak sağlanmalıdır. Adımız sanatımızı vurgulayan, kişiliğimizi belirleyen çağrışımlar oluşturmalıdır.Bunun gizleri kendi yaratıcılığımızdadır. Yaratmayı çalışarak biz'e(kişiliğimize) dönüştürelim.
GÜNCEM'den-Hasanoğlan 18.02.1983




 


              AKLA GELENLER
              İçimden, gönlümden, yüreğimden kopup geldiği gibi yapıyorum resimlerimi. Tüm yalınlğı ile...
                                        X
              Resimler izlenmek için ortaya konan yapıtlardır. Sanatçının kişilğine özgü renkleriyle, biçemiyle, kurgsuyla ve de tekniği ve sanat boyutuyla ilgi çeker. İlgi ortamı ne denli yayılır, ne denli geniş alanlara yöneleirse, o denli de başarı derecesi artar kanısındayım.
              Yeni bir tad, yeni bir duyum, yeni bir sezgi... Bunlar varsa, bunlar duyuluyorsa sanatçının yaıpında, yeterlidir. Gelip geçici akımlara, nisan yağmurları gibi kısa etkileyişlere yönelik, rüzgar gülü kişiler çabuk silinip yok olurlar o rüzgarı dinmesiyle...
GÜNCEM'den-Hasanoğlan 03.04.1983






Çağdaş Sanatlar Merkezi BRHD Resim Sergisi 2007 
Mehmet Erbil resimleri ve izleyiciler


               İZLEYİCİYLE KAYNAŞMAK
               Resimlerimi öncelikle kendim için yapıyorum. Tüm benliğim karışıyor işe. Bilincim boyaya maya oluyor, karşıyor. Hayıflanıyorum, seviniyorum, bunalıyorum, coşuyorum bazı kez. Tümü de ayrı bir haz, ayrı bir tad veriyor. Tümünde ayrı bir mutluluk var. Kısaca tablolarım bunlardan oluşuyor. Oluşma galerilere uzanıyor. Bu uzanışla izleyicilerme kavuşuyorum. Onlarla olmak yeniden coşturuyor beni. Tablolarımla kaynaşmaları, kendi renklerini, biçimlerini bulmaları yeniden yaratıyor beni. İzleyicilerimle yeniden yaşıyorum, yeniden tad alıyorum yaşamdan, renkten. biçimden... Sağolsunlar...
GÜNCEM'den-Hasanoğlan 09.04.1983







                   ÖĞRETMENE
                    Bir anlamlı deyiş vardır halk arasında. Yeri geidikçe söylenir, tekrar edilir. Bu, bir bakıma öğüttür, uyarmadır bizleri. Diğer bir deyişle; bulanık suda balk olmayın demektir.
                 
                  "Bulanık suda balık kolay avlanır."

                 Şöyleki:
                  Bugün toplumumuzda tutulan yol budur. Suyu bulandırmak ve arkasından avlanmak... Sağ denir, sol denir, düşünceler bulandırılır, kafalar yozlaştırılır bu açılar içinde. Tüm bunlar, "Kişisel çıkarları, ulusal çıkarlardan üstün tutma" eylemleridir. Ki bu da ATATÜRKÇÜLÜĞE aykırı bir tutumdur. 
                  İşte sen, bu ortamlarda ortaya çıkacak, uyandıracaksın toplumu. Bu uyandırış ATATÜRK ÇİZGİSİ'nde olacak, ATATÜRK İLKELERİ ile kenetlenecektir. Gerçek kurtuluş yolu budur.

                  ATATÜRK YOLU'dur.

                  Bu; "1-Cumhuriyetçilik, 2- Milliyetçilik, 3-Laiklik, 4-Devletçilik,5- Devrimcilik, 6- Halkçılık ve bunların tümünü içeren BAĞIMSIZLIK!tır.
                  Öğretmen, aydınlığını bu ilkeler ışığı altında saçacak, öğretmen, bu temel ilkeler ışığı altında yol gösterecektir. İşte o kez sular dıurulacak, balık avlayanlar kendiliğinden yitinip gidecektir.
                    Bu yitinme ve gidiş, paslı kafaların yıkımı olacak, toplum, temelinden, yukarda sayılan ilkeler üzerine inşa edilecektir. Böyle olunca gerileme ve çöküş diye birşey usa gelmeyecek, süreklilik ve devinimlilik söz konusu olacaktır. Ve de ereğimiz: "Daima iyiye, güzele, doğruya"  diye belirlenecektir. Böyle olmak zorunluluğu vardır, ki böyle olunca "uygar uluslar" seviyesine çıkar ve de onları gerilerde bırakabiliriz.

                     Kısaca; ilerleyiş ve uyanış, geriye dönüşle değil, "bilim ve fen"ledir.

                     Öğretmenlik yaşamınız, bu bakımdan zor koşullar içinde sürecek, engelleri aşma, uyarma yeteneğinizi koruma, sorunları çözme gücünüzü artırma en önde gelen çabalarınız olacaktır.

                      Son olarak diyeceğim şu ki:
                      
                       Bundan böyle düşünceniz aydın, gücünüz bol, dinamik ve duru gönlünüz ATATÜRK IŞIĞI ile dolsun.
                                              Mehmet Erbil

                       Yukarıya aldığım yazım, Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü Haber Bülteninde yayımlandı. (1 Mart 1972-1 Nisan 1972 Ankara Sekizinci sayı sayfa: 4) 
                        Bu yazıyı o günlerde öğretmen okulu öğrencilerimin anı defterlerine yazıyordum. 
                        
                         Bu gün de sizler için yazdım...
GÜNCEM'den 15.02.2008
























RESİMDEKİ BÜYÜK KAFALAR

 

 

Elime, 31.03.1978 tarihli bir notum geçti. Aynen aktarıyorum.

 

“29.03.1978 günü öğrencilerimin resmine bakıyordum. Atelye panosuna asmak için seçim yapacaktım. Bir öğrencimin(1) resimlerini incelerken, arkadaşlarından biri : “Hep adamları, insanları yaparken başlarını büyük yapmış.” Dedi. O öğrencim bana dönerek “Evet öğretmenim. İlk okulda öğretmenim, cetvelle hem kafama vurur, hem de koca kafalı derdi. Sanırım bu yüzden kafaları hep büyük yapıyorum.” Öğrencim Türkan Kartal’dı.

 

Öğretmenin çocukta bıraktığı en belirgin izlerden biridir bu.. 23.11.1979 Tarihinde yeniden usumu kurcalayan bu olumsuz eğitim davranışını anımsayıp yazmışım. Tarihler de yazıldığına göre notlarım arasında bulup defterime eklemişim. 
                  
                  XXX


                ÇİZGİ YALAMAK
Öğrencim Esin, resimlere bakarken kimi anlamlar yüklemeye başladı biçimlere. Ve "Artık anlayabiliyorum." dedi. Ben de; "çünkü  o kadar çizgi yaladın. Elbette anlayacaksın" dedim. "Mürekkep yalamak" gibi."Çizgi yalamak" ne güzel.
                                                        08.04.2006
                                          X






Fotoğraf: İsmail Hakkı Tonguç

                ZAMANI DEĞERLENDİRMEK

                "Kişisel başarınız ya da yenilginiz, her şeyden önce, zamanınızı nasıl kullandığınıza bağlıdır."
                            James Brown
                             Varlık Dergisi, 1974(S.802),s:22
                 Oturup sürekli düşünmek yerine, düşünülenleri zaman zaman gerçekleştirmek gerekli. Yoksa bir anlamı kalmaz düşüncenin. Decartes "Düşünüyorum o halde varım" diyor, ama salt düşünme yetmiyor. Ürün olarak, yapıt olarak, ya da bir şeyler olarak, o düşünülenler ve de düşünceler dökülmeli ortaya. Sunulmalı çevreye, ilgilenenlere değerlendirme fırsatı verilmeli.
                   Yoksa ne anlamı kalır. Yaşama değer veren bir şey varsa o da ortaya bir şeyler koymaktır.
GÜNCEM'den-Hasanoğlan 29.08.87



                    Bundan böyle:
                    Yazıyorum, o halde varım.
                    Çiziyorum, o halde varım.
                    Boyuyorum, o halde varım.
demelisiniz. Kısaca ilgi alanınız ne ise varlığınızı o alanda kanıtlamalısınız .
                    Yolunuz açık ola...           
                                                     10.02.08



















Mehmet Ege Erbil resim çalışması yapıyor

           ÇİZGİ VE LEKE
Çalışma heyecanı ile koyulduk yola erken saatlerde kağıtların başına. Meşrubat şişelerinde günlerce duran artık solmaya yüz tutmuş çiçekler var karşımızda. Etkili ve alımlı bir görünüş var. Heyacan artırıcı, yüreklendirici bir dağılım, coşturucu bir serpinti ve de uçuk renklilik, dahası solmuşluk var. Artık yok oluşun, yitinişin belirtileri dolu. Hüzün taşan, burukluk kokan bir görünüş.

             Oysa biz, iki kalem, iki kağıt, iki heyacan dolu yürek, güçlü iki bilek ve de iki sentezci düşünce. Hele bir de bunlara susamış, resimsel tadı özlemiş iki göz eklenirse gerisini siz getirin usunuza.

              Oldukça etkileyici, özendirici, dahası kamçılayıcı bir tempo.

              Öyle bir tempo ki, anlatılmaz. Öyle bir tempo ki ortama girmeyince, çizgilere kapılmayınca tadına varılamaz.

               Öyle bir tempo ki, ne demeli, ne söylemeli? Ama işin içine renk de girmeli.

               İşin içine tüm dostlar da girmeli. Çizmeli, çizmeli.

               Başka ne söylemeli.
                                                     22.02.1991







Mehmet Ege Erbil atelyede resim yapıyor

SANATLA EĞİTİM

 

27.03.2006 Pazartesi. Akşam haberlerinde, matematik dersi müzikle yapılabilir mi? Yapılabilir. Örnek olarak İzmir’de bir öğretmenin fülütle şarkı notaları uygulatıp, sözlerle de dikdörtgeni anlatan sözleri şarkı gibi söyleterek kavratması ekrana geldi. Daha önceleri de sınıfta oyunlar oynayarak şarkılar türküler eşliğinde okuma yazmayı daha çabuk kavratan öğretmen gelmişti ekrana. Hemen aklıma yıllar önce Nevşehir Kız Öğretmen okulunda genel teftişe gelen müfettişlerle olan tartışmamı hatırladım. Yıl 1971. Okulda öğretmenliğimin ilk yılı, henüz stajyer öğretmenim. Müfettişler bizi toplayıp konuştuklarında o günlerde geçerli olan “mihver ders” lerden söz edip, tüm diğer derslerin bu dersler çevresinde işlenmesi, onlara yardımcı olması üzerinde durdular. Ben dayanamamış, hemen söz almıştım. “Matematik dersinde öğretmen, rakamları kavratmak için tahtaya, örneğin sadece 5 rakamını yazıp geçmiyor, öncelikle çocuğun daha kolay kavraması için önce beş elma çiziyor sonra yanına 5 rakamını yazıyor ve kavratıyor diye belirtmiştim. Gerçekten de böyle yapılınca öğrencinin kavraması daha kolay oluyordu. Beden eğitimi dersinde 5 rakamına bağlı olarak, 5 arkadaşlarının bir araya gelip grup oluşturmaları, bu 5 rakamını daha kolay kavramalarına neden olurdu. Ders kitaplarında da durum böyleydi. O gün bu söylediklerimi kabul etmediler. Edemezdiler, yönetmelikler, ders müfredatları var, onlara bağlıydılar.

 

Oysa tam 35 yıl önce isyan ettiğim yaratıcı düşünceden yoksun eğitim sistemi, yaratıcı kavramlarla yeniden gündeme geliyor, hem de dünya bankasının eğitim düzeyimizi beğenmediği, eğitimde reform istediği bu günde aklıma yeniden takılması, o günlerde genç bir öğretmen olan beni, haklı çıkarmıyor mu? Ne dersiniz. Sanatla eğitimin hep yararı vardır. Yaratıcılığı kavratır, öğrenmeyi kolaylaştırır. Beyni dinamik kılar. Zevkli öğrenme yöntemleriyle de, çizerek, görerek öğrenme kolaylaşır. Bugün haber olan bu öğretmenleri bu yürekliliklerinden ötürü kutlarım.

27 Mart 2006                       






 



                          
  İKİ SERGİ İKİ İZLEYİCİ

İzmir'deki sergimde izleyicilerden biri "Neden resimlerinizde perspektif uygulamıyorsunuz?" diye sordu. O'na "Aslında uyguluyorum. Ancak bu uygulayışta  bazan çizgi perspektifine yer verirsem, bu kez renk perspektifi uygulamıyorum." diye yanıt verdim. Daha sözüm bitmeden, heyacanla, sevinç dolu bakışlarla yeniden kısaca sordu. "Neden?" Benim de O'na yanıtım kısa oldu. "Çünkü doğanın her yeri bana aynı uzaklıkta olsun istiyorum." diye ekledim hemencecik. Bayan izleyicim, gençliğinin verdiği atılım ve coşkuyla "Sizden ancak böyle bir yanıt bekliyordum. Sağolun. Eğer bir sanat eleştirmeni olsaydım, bu sözünüzün değerini ve anlamını beelirtmek, vurgulamak isterdim." Yine sevinç, coşku, dipdiri bir bakış. Canlı ve de dinamik bir düşünce yoğunluğuyla, candan teşekkür dolu heyacan...

Keşke tüm izleyiciler böyle olsa.

Ankara'daki 31 Mayıs 1982'deki sergimde bunun karşıtı bir anım var. Ancak bu anıyı ben yaşamadım. Aslında tüm canlılığı ile yaşamak ve yaşatmak isterdim. Ne var ki, anısı bile benim için oldukça anlamlı duyuşlara, yönelişlere varmamı sağlıyor. Tanımadığım bu izleyicime de candan teşekkürler ederim.

Olay şöyle olmuş.

Ankara İş Sanat Galerisi yöneticisi sayın Avni Memioğlu anlatıyor:

Sergiyi izleyenlerden biri otorup-kalkmış, yakından-uzaktan, eğilp-doğrularak epeyce resimleri incelemiş ve sonra gelerek serginin sanatçısı nerde diye sordu. Ben de bu gün dersi vardı gelemedi diye söyledim. Bunun üzerine resim yapmasını, perspektifi iyi bilmiyor. Böyle resim olmaz diye başladı konuşmaya. Ben de sen yap senin resimleri sergileyelim dediğimde, ben resim yapamıyorum ki, dedi. Konuyu bana böyle aktardı.

Karar sizlerin.
                                                                Ürgüp   09.02.1983




ÖĞRETMENİM BİR DAHA YAPMAM

Yıllar önce Nevşehir Kız Öğretmen Okulu'nda görev yaparken, bir pazar günü nöbetçiyim. Çalışma odamda işlerimle uğraşırken nöbetçi öğrenciyi çağırmam gerekti. Zile bastım gelen giden olmadı. Kapıyı açıp koridora baktım hiç öğrenci yoktu. O ara yemekhane tarafındaki pencereden baktığımda bir öğrenci yemekhaneden çıkıyordu. Cama vurarak gelmesini işaret ettim. Ona bir şeyler şöyleyecektim. O da arkadaşlarına duyuracaktı. Hava güzel olduğu için tüm öğreciler okul bahçesinde bulunuyordu.

Çağırdığım öğrenci kapıyı vurup içeri girdi. Girer girmez de "Öğretmenim bir daha yapmam." dedi. Ben önce şaşırdım. Ama şaşkınlığımı atarak, "Ne yaptın?" diye sordum. "Acıkmıştım, bir dilim ekmek aldım." dedi. Üzülmüştüm, azarlayacağımı sandığı için korkuyordu. "Tamam, al şu notu  arkadaşlarına duyur." diyerek yolladım.

Bu olayı anımsadıkça hala kendime kızar gibi oluyorum. Tam da zamanını bulmuşum diyerek hayıflanıyorum. Ancak benim bu tür rastlantılarım öğretmenlik yaşamım boyunca herhalde sık sık tekrar etti ki, Güzel Sanatlar Lisesi Öğrencilerim yıl sonu yıllığına "Ne zaman kötü bir şey yapsanız, bilin ki, Mehmet Hoca ordadır." diye yazmışlardı.
                                                                  20.03.2008




Yıllar sonra ekmek anısını resim atelyemde yeniden yaşamak(11.08.2015)


Yıllar sonra Nevşehir Kız İlköğretmen Okulu öğrencilerimden bazıları beni  11 Ağustos 2015 Salı günü atelyemde ziyaret ettiler. Yeniden okul yıllarını anımsadık, o günlerden konuştuk. Bir ara öğretmenim sitenizde yazdığınız, "Yemekhaneden ekmek olayında anlattığınız öğrenci benim dedi. O gün yanımda başka arkadaşlarım da vardı, ama onlar korkup gelemediler. Yalnız ben gelmiştim." Ben adını çoktan unutmuştum. Ama tatlı bir anı olarak belleğimde duruyordu. Olayı anlatınca yeniden güldük. Nerden nereye? Aradan 42-43 yıl geçmiş.
Yine de anımsanmak, yılların yok edemediği öğrenci-öğretmen yakınlaşmasını coşkuyla yaşamak anlatılmaz. Beni yeniden çok mutlu ettikleri için öğrencilerime çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız. Varlığınız biz öğretmenlere güç veriyor. Bunu bilmenizi isterim. Herpinizi seviyorum.   

 

                          XXX







Aşağıdaki alıntı anı defterimden aynen alınarak eklendi. Bugünlere ışık tutar kanısındayım.                

                   Yine resim yapmak duygusu geçiyor içimden. Hatta karaladım birkaç tane. Ama zamanım yok. Çalışmak mümkün olmuyor. Bir görseler yaptığımı kıyameti koparır ev halkı.”Yine mi resim?” diye çökerler tepeme.

                    Ne yaparsın sabretmek gerek. Elbet bu günler de gelip geçer ve ilerde bir ressam olursam... Belki anlarlar hatalarını. Anlarlar ama; filizleri yaşken eğiyorlar. Bugün eğilen filiz yarın doğrulabilir mi?

Perşembe 4 Mart 1965

 

 
  Bugün 108285 ziyaretçi (193319 klik) kişi burdaydı! SANATLA KALIN-SAĞLIKLA KALIN  
 
isteataturk.com Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol