Köy Enstitüleri ile ilgili araştırmalarımda en büyük eksiklik Adıyaman'lı öğretmenlerle ilgili araştırmalardı. Çoğu benim de öğretmenim olmuşlardı. Ancak bu araştırmalarıma başlamadan önce bu öğretmenlerimin çoğu rahmetli olmuşlardı. Ne var ki içim içimi yiyordu. Ne yapıp edip onlarla ilgili yazılar yazmalıydım. Çıkan ilk fırsatta sağ olan üç kişi ile görüştüm. Bekir Okşak hastaydı. İki arkadaşını da alarak onu ziyarete gittik. Çok mutlu oldu.Yanımızda Hacı Demirel ve Hüseyin Ekici vardı. Üçü de mutluydular. Yaşlı oldukları için kendi başlarına bir yere gidemiyorlardı, yardım gerekiyordu. Biz bunu yaptık, onları bir araya getirdik. İşte bu görüşmeden sonra ilk yazım ortaya çıktı.
Bu öğretmenlerimle ilgili belgelere ulaşamıyordum. Çocuklarında ve yakınlarında belge yoktu. Ulaşamıyordum. En büyük zorluğum buydu.Vazgeçmek olmazdı. Araaştırmaya, soruşturmaya devam ettim. Ulaştıkça yazacağım.
Abuzer Uyandı
Katıksız Bir Köy Enstitülü: ABUZER UYANDI
Abuzer Uyandı 1930 yılında Adıyaman’da doğmuştur. Koşup oynayarak geçirdiği çocukluk yılları içinde, hiç durmadan tarla, bağ ve bahçe işlerinde ailesine yardımcı oldu. Çalışmaktan yılmayan bir yapısı vardı. Bu nedenle ilkokulu bitirdikten sonra öğretmenleri onu Akçadağ Köy Enstitüsü sınavlarına girmesini istediler. O hiç tereddüt etmedi. Ailesi de iyi okuyan çalışkan çocuklarının okumasından yanaydı. Sınavlara girdi ve kazandı. 15 Mart 1946 yılında okula kaydını yaptırdı. Okul yapıları önceki öğrenciler tarafından yapılmıştı. Eksikler oldukça, günün koşullarına göre gereksinim duyulan diğer işleri de kendileri yapıyordu. Özellikle tarım alanlarında ekim-dikim işlerini hiç aksatmıyorlar, sürme, çapalama, tohum atma, fide ve fidan yetiştirme öncelikle ele alınıyordu. Çünkü yetişecek ürünler okul yemekhanesinde değerlendirilip, her öğünde önlerine gelecekti. Kısaca kendi yiyeceklerini yetiştirip, devlete yük olmamak ilk ilkeleriydi. Üretmek onların vazgeçilmez davranışları idi. Üretmeden tüketmek yoktu. Öyle öğrendiler ve de öğrendiklerini uygulayarak hep ürettiler.
Kültür dersleri oldukça yoğundu. Zaten derslerin yarısı bilgiler için, yarısı da iş alanları için ayrılmıştı. Okuyor, öğrendiklerini defterlerine not ediyor, gerektiğinde uygulama alanlarında pekiştiriyorlardı. Ağaç yetiştirmek, aşı yapmak ilk öğrendikleri işlerdi. Kurulmuş olan kaysı fidanlığında çokça kaysı fidanı yetiştiriliyor, bakımı, gübresi, ilaçlanması öğrenciler tarafından yapılıyordu. Bu çalışmalar öyle başarılı oldu ki bu fidanlardan Malatya “Kaysı Enstitüsü”ne de yolladılar. Çünkü onlar “elli binlik bir meyve tohum fidanlığı” (1) oluşturmuşlardı. Bu fidanlardan bir kısmını köylüye dağıtırken bir kısmını da mezunların köylerine yolluyorlardı.
Benim en çok ilgi duyduğum bu mezunlara gönderilen kaysı fidanlarının Adıyamanlı öğrenciler tarafından hangi köylerimizde dikilmiş olduğudur. Bu konu ayrıca araştırılması gereken önemli bir durumdur. Adıyaman Ziraat Müdürlüğünün bu konuda bilgisi vardır diye düşünüyorum. Çünkü Adıyaman merkezde kaysı ağaçları çoktu. Bunlar zamanla yok edildi, kentleşmeye yenik düştü. Şimdi bunların yerlerinde ev denen beton yığınları var.
Akçadağ Köy Enstitüsü öğrencileri, diğer Köy Enstitüsü öğrencileri gibi sabah sporlarında halk oyunları oynar, güne ve derslere öyle başlarlardı. Bu yüzden her Köy Enstitülü öğrenci çeşitli yörelere özgü halk oyunlarını bilir ve oynardı. Öyle ki, Akçadağ Köy Enstitüsü öğrencileri her 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında, Malatya Stadyumunda kutlanan gösterilere en az beş yüz kişilik halk oyunları ekibiyle katılırlardı. Bu katılış ile Malatya halkına unutulmaz bir halk oyunları ve zeybekler oynar, unutulmaz bir bayram yaşatarak okullarına dönerlerdi. Malatya’ya trenle gider, istasyondan stadyuma kadar marşlar söyleyerek yürürlerdi.
Her Köy Enstitülü öğrenci halk oyunları ve zeybeklerden öğrenir, fırsat buldukça da bu oyunları oynar hem de öğrencilerine öğretirlerdi.
Köy Enstitüleri broşüründe: “Köy Enstitülü öğretmenler, kişisel çıkarlarını, ulusun çıkarlarından hiçbir zaman üstün tutmamayı öğrendiler. Üstün tutanları sevmez, nefret ederler. Başkalarına zarar vermeyi akıllarından geçirmezler, böyle bir davranışta asla bulunmazlar. “ gibi yönlendirici bilgiler yer alır. Bu ilkeler doğrultusunda onların kişilikleri geliştirilir ve kişilikleri gelişir.
Son sınıfta iken köyler incelenir, köylerdeki okullarda derslere girilirdi. Okul bahçesi düzenlenir, fidan çukurları açılırdı. Köyün ve okulun su sorunlarına çareler aranırdı. Sağlık sorunları öncelikli işlerindendi. Köy odalarında gece dersleri yapılarak, eğlenceli ve bilgilendirici öğretici uygulamalar yapılırdı.
Kısaca onlar köyün her derdine çare olacak şekilde eğitildiler. Çare olamadıklarını ilgili birimlere aktarmayı öğrendiler, sorunları giderdiler.
Abuzer Uyandı bu ilkeler içinde yetişti ve binlerce öğrenci onun bu eğitim eleğinden geçti. Bazen hızını alamaz, okulun badanasını, boyasını yapardı. Amacı devleti korumak, devlet giderlerini aza indirmekti. Her daim öyle yaşadı ve de böyle yaşamayı öğretti. Çünkü okulda bunları öğrenmiş ve uygulamıştı. Öğrendiklerini bir bir yerine getirdi. Bu yaptıkları ona huzur veriyordu.
Huzur doluydu.
Ruhun şad olsun öğretmenim. Sen hala yaptıklarınla aramızda yaşıyorsun. En büyük örneklerden birisin.
Senin ve arkadaşlarının yaptığı çabalar, eğitim anlayışınız ve eğitim ışığınız hala yanmaktadır ve de yolumuzu aydınlatmaktadır.
Şimdilerde eğitimde aranan yollar da bunlardır. İçimiz burkularak sizlerin yolundan ayrıldığımız için eğitimde eksiklerimizi kapatamadık. Arayıp bulduğumuz çareler bizi düze çıkarmaktan çok uzak. Her yıl yeniden değişen sistemlerle afallayıp duruyoruz, eğitimde doğruyu bulamıyoruz.
Bu nedenle sizleri çok arıyoruz.
(1) Şerif Tekben, Canlandırılacak Köy Yolunda, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Nisan 2005, s.71.
Mehmet Erbil
14 Temmuz 2019
Adıyaman’ın Unutulmaz Öğretmenlerinden FAİK ERDEMİR
Akçadağ Köy Enstitüsü 1940’lı yıllarda öğretime başladı denebilir. Üç yıldır eğitmenlere hizmet veren bir yapı vardı. Buraya Hamidiye Kışlası deniyordu. Enstitü için şimdilik uygun bir yerdi. Enstitünün ilk görevlileri de bu eğitmen kursunun elemanları idi. Ancak bir sorun vardı. Çünkü Hamidiye Kışlası harap bir haldeydi. Duvarlar kerpiç olduğu için çok yıpranmıştı. Her yandan soğuk ve rüzgar giriyordu. Bu nedenle burada barınmak oldukça zordu. Onarımı zor olduğu için yeni yapı yapma planlandı. Bu yapı için hazırlıklar hızla başladı. Sandalyelerin, masaların, dolapların öncelikle hazırlanması düşünüldü.
Tam bu sırada İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç devreye girmişti. Enstitünün yeri istasyona yakın bir alan olacaktı. İlçeye yedi kilometre uzaklıktaydı. Çevrede derman için tek bir ağaç bile yoktu. Öğretmen ve öğrenciler kolları sıvadılar. Gün ağarmadan kalkıyorlar, akşamın alaca karanlığına dek çalışıyorlardı. Çevrede ağaç olmadığı gibi su da yoktu ve üstelik buna aldıran yoktu. Üç bin dekar alan çepeçevre ölçüyor, parselleniyor, yapıların yerleşeceği alanlar belirlenip, temeller açılıyordu.
Enstitü müdürü Şinasi Tamer öncülüğünde, her gün bana mısın demeden canla başla çalışıldı.
İlkin 70 metre uzunluğunda bir okul yapısı yapıldı, ikinci yapı için temel yerleri açıldı. Üç öğretmen evi, sıva ve demir işleri sırasıyla tamamlandı. Daha sonra üç baraka ve kooperatif yapısı oluşturuldu.
Ayrıca bölgeye özgü kayısı fidanları dikilmek üzere bir bahçe oluşturuldu.
Susuzluk büyük bir sorundu. Dört kilometre öteden sulama için su getirilmesi gerekiyordu. Ekim dikim işleri böylece başarıya ulaşabilirdi. Yine sekiz kilometre öteden içme suyunun getirilmesi de gerekliydi. Tüm bu işlerin devlete yük olmadan yapılması en doğru yoldu. Okul yapısı, barınma ve su sorunları dağ gibi önlerinde duruyordu. Tam bu sırada öğrencilerden Faik Erdemir ortaya çıkıyor. Bundan sonrasını kendi kaleminden okuyalım:
“Asıl yuvamızın temelini atmak üzere 15 Mayıs 1941 yılı kışladan istasyona indik. Burası deve dikenlerinin kapladığı, susuz, çöl gibi bir yerdi. Çingenelerden alınan kıl çadırlara yerleşmiştik. İçecek ve kullanılacak suyumuzu emektar Kula (at) varillerle taşıyor fakat bir türlü bizi suya kandıramıyordu. Kızgın güneşin altında binalarımızı yapmak için çalışmaktan yılgınlık göstermiyorduk fakat şu susuzluk canımıza tak ediyordu.
Ben de gönüllü olarak su yolunda çalışmaya ayrıldım. Her sabah gün doğmadan arkadaşlarımızla ellerimize kendi yaptığımız künklerden alarak su yoluna gidiyor, geç vakitlere kadar çalışıyor, bazen de akşam yemeğine yetişemiyorduk. Fakat uzunluğu sekiz kilometre olan su yolunun yapılması bir türlü bitmiyordu. Bir iki arkadaş şimdiye kadar tarlada ve işte çalışmadıkları için bu işe katlanamayacaklarını anladılar ve Enstitüyü terk ettiler. Onlar şehirde büyümüş, ağır işlerde bulunmamış olduklarından çabucak yılmışlardı. Emeksiz kazancın tadı olur mu? Biz dayandık, kar suyu kullanarak, üşüyerek bir kış daha geçirdik. Fakat bugün çeşmelerimizden akan sularımızı kana kana içiyor, sıcak ve elektrikli odalarımızda barınıyoruz.
Faik Erdemir
Son sınıf öğrencisi” (1)
Ellerine sağlık, yüreklerine sağlık Faik Erdemir ve arkadaşlarının. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Emekleri ödenmez ve emekleri parayla ölçülemez. Onların alın teri, onların gücü ağaçsız alanları yeşertti, yeşerti de meyveye durdu dağ taş. Bu gülere dek geldi, kaysı kenti oldu oralar. Bu nedenle bizler onlara hala borçluyuz.
Faik Erdemir 12 Mart 1926 yılında Sivas’da doğdu. Akçadağ Köy Enstitüsünden mezun olduktan sonra Adıyaman’da iki yerde görev yapmıştır. İlk görev yeri Heştiran’da altı yıl çalışmıştır. Annesinin vefat etmesinden sonra Adıyaman merkeze ataması yapılmış ve Cumhuriyet İlkokulunda yıllarca görev yapmıştır.
Faik Erdemir ve arkadaşlarını rahmetle anıyorum.
Mehmet Erbil
10 Temmuz 2019
(1) Şerif Tekben, Canlandırılacak Köy Yolunda, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı yayınları, Nisan 2005 Ankara. S. 54-55.
BEKİR OKŞAK ÖĞRETMEN
Adıyaman Malatya iline bağlı ilçeydi. Malatya ili Akçadağ ilçesinde bir Köy Enstitüsü açılmıştı. Adıyamanlı öğrenciler de sınav kazanarak bu Enstitüde öğrenciliğe başladılar. Bu öğrencilerden biri de Bekir Okşak’tı. (Bekir Aksak soyadını sonradan Okşak yapmıştır. Okul kayıtlarında Aksak olarak geçmektedir.) Bekir Okşak okulun 192 nolu öğrencisiydi. Doğduğu yıl 1340 olarak belirtilmişti. Okula 1941 de girmiş, 1945 te de yapıcı olarak mezun olmuştu. Diplomasında Büyük Eğitimci İsmail Hakkı Tonguç’un imzası vardır.
Bekir Okşak, tüm arkadaşları gibi o da okulun yapılarının tamamlanmasında ve ekim- dikim alanlarının yeşermesinde canla başla çalışmıştı. Emeklerinin sonucunu sevinerek bazen da gözyaşları ile izleyenlerden biriydi. Çünkü bozkırlar toprak harmanlanarak ekime elverişli hale geliyor, bir yandan da meyve ağaçları ile doluyordu. Toprağı kazıyorlar, çukurlar açıp ağaç fidanları öğrendikleri ziraat dersi bilgileri ile dikiyorlardı. Okul ağaçlandırma ve ağaç fidanı yetiştirmede öyle hızla bir yol aldı ki, artık çevreye de kaysı fidanları dağıtmaya başladılar. Malatya da bugün kaysı adı Malatya ile özdeş olarak anılıyorsa, bunun temelinde Akçadağ Köy Enstitüsü yönetiminin ve öğrencilerinin alın teri vardır. Bu alın teri o toprakları öyle helalinden nemlendirdi ve suladı ki, Akçadağ Köy Enstitüsü alanları kısa sürede ağaçları ile yemyeşil bir görünüm aldı. Bunu örnek alan çevre köyler, okulun verdiği bu ağaçlardan alarak köylerini de ağaçlandırmaya başladılar. Önceden boşla akan dereler, çaylar boşa akmadan ağaçların yeşermesine büyümesine yaradı.
Akçadağ Köy Enstitüsü öğrencileri de diğer Köy Enstitüleri öğrencileri gibi, “Bütün bu işleri devlete yük olmadan ucuza mal etmek, bu arada elde bulunan elemanlarla öğrencileri köyün ve çevrenin özelliklerine uygun olarak ziraat, sanat kültür bölümlerinde yetiştirmek, onları içine katıldıkları davayı benimsemiş bilinçli bir inanışa kavuşturmak kaynakları çeşitli olan zorluklara katlanılmıştı.” (1) Okul müdürü ilkelerini böyle özetlerken, bu ilkelerin sırtlayıcısı olan Bekir Okşak ve arkadaşları, hiç yüksünmeden toprağı işliyor, alt-üst ediyor ülkeye yararlı ürünler yetiştirmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Buradan bu bilgi ve donanımlarla mezun olunca, dağıldıkları köylerde aynı çalışma heyecanı ile tüm Anadolu’yu canlandırmaya çaba harcıyorlar, çok yerde de başarmasını biliyorlardı. Köy halkı en büyük destekçileri idi. Elbette destek olmayan köylerde vardı. Direnen bu köyler gelişememiş, birlikte hareket köyler gelişmeye başlamışlardır. Adı geçen ilçemizin şimdilerde böyle bir tutum içinde olduklarına inanmıyorum. Olay çok gerilerde kaldı. İşte o anlamlı örnek:
“Yüz küsur köyü bulunan Kahta ilçesine ilk defa Köy Enstitüsü mezunu öğretmen gidecek. Varlıklı olan bu köy için okul yaptırmak işten bile değil.
Fakat araya giren bozguncular Enstitü Müdürlüğünden Bakanlıklara kadar, her biri yüzlerce kelimelik telgraflar yağdırmışlar, okulun yapılmasına engel olmak istemişlerdir.
Telgraflara harcadıkları para hesaplandı. Bu para ile okulun çatısı kurulabilirmiş.” (2)
Köy Enstitülü öğretmenler aydınlanma görevlerini sürdürdüler. Verimli çalışmalar yaptılar. Köylerin çocuklarını gündüz okuttular. Okuma yazma bilmeye halkı da geceleri okulda okuma-yazma çalışmaları ile aydınlatmayı çoğunlukla başardılar.
İşte bizler, Adıyamanlı öğrenciler bu öğretmenlerde okuduk. Bu öğretmenlerden çalışma disiplini kazandık. Sorumluluk bilincini onlardan edindik. Elleri öpülesi bu öğretmenlerimize şükranlarımız sonsuzdur. Onları ansak da, onları kalplerimizde ne kadar yaşatsak da haklarını ödeyemeyiz.
Sevgili öğretmenim Bekir Okşak, nurlar içinde uyu, mekanın cennet olsun.
Mehmet Erbil
(1)Şerf Tekben, Canlandırılacak Köy Yolunda, Akçadağ Köy Enstitüsü Basımevi, 1947, s. 25.
(2) a.g.e. s. 132
AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜNÜN İLK YILLARDA ADIYAMANLI ÖĞRENCİLERİ
Köy Enstitülerini kuran eğitimciler ve öğrenciler haftanın her günü, pazar günü ve geceleri de işleri sürekli yürüten insanlardı. Bu süreklilik ülke sevgisinden, iyiye, güzele, doğruya ulaşma ülküsünden kaynaklanıyordu.
Köy Enstitüleri için yapılan denemelerden olumlu sonuçlar alınmaya başlanınca, Köy Enstitülerinin sayısının artırılması düşünülmeye başlandı. İşte bu doğrultuda Malatya Akçadağ’da da Köy Enstitüsü kurulması düşüncesi oluştu. Zaten burada “eğitmen kursu vardı. Bu kursun yapıldığı Hamidiye Kışlasında çalışmalar başlatıldı.
Hamidiye Kışlası harap bir haldeydi, duvarları kerpiçten yapılmıştı. Her tarafı esneyen, yıpranmış, odalarından “yel ıslık çalarak” geçerdi. Kısaca Köy Enstitüsü yapısı için uygun bir yer değildi. Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç okula gelip durumu görünce, ilçeye yedi kilometre uzaklıktaki, demiryoluna yakın olan alanda kurulmasına karar verildi. Okulun yapımı tüm öğretmenlerle öğrencilere düştü. Çünkü para yoktu, iş gücü yoktu. Tek çare kendi okullarını yapıp bitirecek, yapacak, hem yapı yapmayı öğrenecek, yapıcı olarak yetişecekler hem de öğretmenlik için bilgiler edinecek, kültürlü yetişeceklerdi. Canla başla çalıştılar.
“Her gün ortalık ağarmadan başlayan iş, akşam karanlığına kadar devam ediyor, zamandan kazanmak için bazen öğle yemeği de ihmal ediliyordu. Yeni sahada tek bir yeşil dal, içecek ve kullanılacak bir damla su yoktu.” (1)
Canla başla çalışan öğretmen ve öğrenciler, üç ayda bitmesi gereken işleri neredeyse üç-dört günde bitiriyorlardı.
İşte bizler buradan yetişen bu öğretmenlerin sınıflarında okuduk. Derslerimize girmeseler bile okulumuzda öğretmenlik yaptılar. Böylece bizlere okumayı, aydınlanmayı öğretip kavrattılar. Bu nedenle onlara çok şey borçluyuz.
Bu ilk yılların öğrencileri olan Ali Yaşar, Hasan Tunç, Tevfik Baykan ve Ahmet Savaş, eğitim anılarımızda yerlerini hala tüm sıcaklığı ve canlılığı ile koruyorlar. Onlar iyi ki öğretmenlerimiz oldular. Böylece aydınlık ve sonsuz ışıklar kazanmamızı sağladılar.
Zaten o günlerde okul müdürü olan Şerif Tekben, 1943-44 yılı mezuniyet yılında onlara seslenerek:
“Bu yılın en başarılı işi Enstitüyü elektriğe kavuşturmak oldu. Harp yıllarının en mahrumiyetli bir zamanında bu tesisatı kurmanın zorluğu iyi biliniyordu.” dedi. O günlerin öğrencileri, sonradan öğretmenlerimiz olan bu gençler ve arkadaşları; yılmamışlar, parasal sıkıntılara aldırış etmeden, önce su kanalını temizlemişler, orada bulunan küçük bir evi de onarıp santral yapısına dönüştürdüler. Yönetimin sağladığı maddi desteklerle, türbin, tel ve dinamo gibi araç gereçler nerdeyse yarı fiyatına alınıyor, direkler çok uzak yerlerden getiriliyordu.
Derken 10 Eylül 1043 günü okulu elektriğe kavuşturdular. Coşkuları görülmeye değrdi. Öğretmenlerimiz orada el sıkışıp kucaklaştılar, coşkuyu birbirine sarılarak kutladılar.
Onları rahmetle anıyorum.
Ruhları şad olsun.
Mehmet ERBİL
(1) Şerif Tekben, Canlandırılacak Köy Yolunda, s. 46, Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri Vakfı Yayını, Ankara 2005.
Hacı Demirel, Bekir Okşak, Hüseyin Ekinci
ADIYAMAN’IN AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU ÖĞRETMENLERİ
1940’lı yıllarda Adıyaman Malatya iline bağlı bir ilçeydi. Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü kurulduğunda Adıyamanlı öğrencileri bu okul alıyordu. Okul 1938 yılında Eğitmen Kursu olarak açılmış. Şerif Tekben bu kursun şefidir. 1940 yılında Köy Enstitüleri yasası ile bu kurs, Köy Enstitüsü’ne dönüştürülür. Şerif Tekben Eğitim Başı (Eğitim Şefi) olarak görevlendirilir. Okul müdürü Şinasi Tamer’dir. Şerif Tekben 1942 yılında da okulun müdürlüğüne getirilir. Okul Akçadağ’ın Karapınar ve Yeşilyurt ilçesi Kırlangıç Köyü arazileri üzerine kurulmuş. Malatya’ya 30 km, Akçadağ’a 26 km uzaklığı vardır. Arazi bozkırdır. Ancak öğrencilerin tarım ve ziraat derslerinde yaptıkları uygulamalarla yeşererek, bağlar, bahçeler oluşmaya başlamış. Yine öğrencilerin yaptıkları yatakhane, yemekhane, işlikler ve dersliklerle küçük bir kasabaya dönüştü. Öyle ki Sultan Suyu ırmağı kenarında bir Hidroelektrik santrali da kurarak, her şeyi ile kendi kendilerine yeten bir kuruluş oldu. O yıllar kıtlık yıllarıydı. Bu nedenle diğer Köy Enstitülü öğrenciler gibi, Akçadağ Köy Enstitüsü öğrencileri de devlete yük olmadan kendi üretimlerini gerçekleştirip zorlukları yenmeyi başardılar. Tarlardan buğday ve arpa elde ettiler. Oluşturdukları bahçelerden sebzelerini elde edip, yemekhanenin mutfağında yemeğe dönüştürdüler. Ahırlar oluşturarak hayvanların sütünden yararlanıp peynir yaptılar. Kümeslerinde tavuk besleyerek yumurtalarından yararlandılar. Şerif Tekben’in çabaları ile kurdukları matbaada kendi şiirlerini, öykülerini yazıp, kendilerinin çıkardıkları dergi sayfalarında paylaştılar. Derginin adı “Akçadağ” idi. Bu matbaa ilgisi Akçadağ mezunu rahmetli Nakip Üstün’ü de sarmış olmalı ki, Adıyaman’da bir süre matbaa işleri uğraştı.
Onların çalışkanlığı ve iş bilir olmaları okulda aldıkları pratik ve teknik uygulama veren işliklerde gördükleri derslerin sonucudur. Bu nitelik, onların eli öpülecek öğretmen olarak yetişmelerini sağladı.
“Köy Enstitüleri ve Yurtseverlik”(1)adlı kitabımı oluştururken çok büyük bir eksikliğim vardı. Çoğunu öğrenci iken tanıdığım, Akçadağ Köy Enstitüsü mezunu öğretmenleri yazamamıştım. Oysa onlar, Yeniyol (Cumhuriyet)İlkokulu’nda öğretmenlerim ve okulun yöneticileri idiler. Daha sonra Bir arlık İlkokulu’na geçmiştik. Burada da öğretmenlerimin çoğu Akçadağ Köy Enstitüsü çıkışlı idiler. Çocukluğumuzun ve öğrenciliğimizin heyecanı içinde, onların öğrettiklerini öğrenmeye çalışıyor, onları canla başla dinleyip öğreniyorduk. Daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünde okurken bu öğretmenlerimle yakın ilişkiler içinde oldum. Çünkü ben de öğretmen olacaktım. Bu ustalardan yararlanmam gerektiğini seziyordum. Bazen onlarla derslere giriyor, uygulama(staj) yapar gibi, onların öğretmenliğin ilkelerini öğrenmeye çalışıyordum. Bu günlerde çok keyifli ve bilgi dolu dönemler yaşıyordum. Bekir Önder, Nakip Üstün, Ali Taş, Ali Yaşar, Mehmet Görücü, Hasan Tunç, Ahmet Savaş, Abdurrahman Karalök, Ali Karalök, Mehmet Özdüzen, Tevfik Baykan, Hacı Uzun, Mustafa Boybey, Abdullah Ünal, Yusuf Çetin ve Bekir Yıldırım gibi öğretmenleri unutmak olası değil. Daha adını sayamadığım öğretmenler de var. Onları da saygı ile anıyorum.
İşte Adıyaman’a her gidişimde bu anılarla dolup taşarken, bir gün arkadaşım M. Hacı Gelir, yaşayan Köy Enstitülüleri, bu eğitim çınarları ile bir araya gelmeyi planladı. Buna büyük bir özlem duyduğunu biliyordum. Bekir Okşak o çınarlardan biriydi. Akçadağ Köy Enstitüsü’nden mezun Hacı Demirel ve Hüseyin Ekinci öğretmenleri de alarak Bekir Okşak öğretmene gitmeyi planladık. Bu üç öğretmen de yaşlıydı. Bekir Okşak ve Hacı Demirel 91, Hüseyin Ekici 86 yaşındaydı.
Hacı Demirel, ilkokulu bitirdikten sonra köy yazmanlığı (katipliği) yapıyordu. Bir gün okula uğradığında Akçadağ’daki okuldan söz ettiler kendisine. Okuma aşkıyla doluydu. Hemen harekete geçmiş. Ancak okula nasıl gittiğini, nasıl kaydolduğunu anımsayamıyor. Yaşı biraz büyüktü. Belki bu nedenle öğrenci başkanlığı seçimlerinde okul başkanlığını hep o alıyordu. O dönemlerde okul başkanı yetkileri çoktu. Bir yönetici gibi tüm öğrenci işlerini bu başkan ve diğer kol başkanları yürütürdü. Öğretmen ve yöneticiler işlerin düzenli yürütülmesin salt denetler, hiç etkileme girişimlerinde bulunmaz, öğretmen olacak bu adayların her şeyi öğrenmeleri bu yolla sağlanırdı. İşte Hacı Demirel, öğrenci başkanlığını uzun süre yürütmüş, deyim yerindeyse tam bir yönetici nitelikleri ile donanmıştı. Bu nedenledir ki, öğretmenliği ilk beş yıl sürmüş, geri kalan yılları tümden okullarda yönetici olarak sürdürmüştür.
Hüseyin Ekici öğretmen Akçadağ’a nasıl gittiğini anımsayamıyor. Ancak kendisini önce okula almıyorlar. Geri dönerken kendisine, “Git Hacı Demirel’i bul. O öğrenci başkanı, seninle ilgilenir. Hem de Adıyamanlı. “ Bu öneriye uymuş, Hacı Demirel’i bulup durumu anlatmış ve Hacı Demirel’in ilgisiyle okula kaydı yapılmış.”O olmasaydı beni okula almayacaklardı ve okuyamayacaktım” diyor.
Bekir Okşak, Hasankendi köyünde uzun süre öğretmenlik yapmış. Askerlik görevi için ayrılmış. Askerliği bitnce başka bir yere atanacakken, Hasankendi köylüleri onu bırakmayıp, yeniden kendi köylerine atanmasını sağlarlar. Severek uzun süre burada çalışır. Arkasından Yeniyol(Cumhuriyet) İlkokuluna ataması yapılır. Öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. Bir süre de Yetiştirme Yurdu müdürlüğü görevinde bulundu ve buradan emekli oldu.
Evine gittiğimizde hasta yatağında dinleniyordu. Bizleri görünce heyecanlandı. Hemen kalktı. Arkadaşlarına baktı, gözleri doldu. Bir süre konuşamadan onları izledi. “Beni çok duygulandırdınız” diyebildi. Bir süre durdu, arkadaşlarına sevgiyle baktı.
Birlikte kendi dersliklerini, yatakhanelerini yapmışlardı. Açtıkları çukurlara ağaçlar dikerek okulu birlikte ağaçlandırmışlar, birlikte sebze ve tahıl yetiştirmişlerdi. Coşarak anlattılar. Üçü de yapı kolu mezunuydular. Yapıcı olarak yetişmişlerdi. Gittikleri köylerde okul yapısı yoksa yaparlar, yıkıksa onarırlardı. Tuttukları her işte köy halkına örnek olmuşlar, bağlar, bahçeler dikmişler. Hayvan bakımı ve sağlığı konusunda yol göstermişler, gerektiğinde kendileri de hayvan besleyerek köylüye örnek olmuşlar. Bunları anlatırken o günleri yeniden yaşıyorlar gibi heyecanlıydılar. Ve de mutluydular. Çünkü aydınlanma görevlerini tam olarak sürdürmüş, binlerce öğrenci yetiştirmişler.
Yaşlıydılar.
Yorgundular.
Ne var ki, her şeyden önce yaptıkları ile mutluydular.
Onların bu mutlulukları bizi de mutlu etti. Bekir Okşak öğretmenden istemeyerek izin diledik. Yorulmuşlardı.
Bekir Okşak öğretmenin ellerini öperek oradan ayrıldık.
Bu öğretmenlerimize sağlıklar diliyoruz.
(1) (1) Mehmet Erbil, Köy Enstitüleri ve Yurtseverlik, Payda Yayıncılık, Ankara 2014.