SANATA GİDEN YOL KİŞİNİN BEYNİ, GÖZÜ VE ELİNDEN GEÇER. Mehmet Erbil
   
  Mehmet ERBİL
  ADIYAMAN
 


"Bu sayfalarda yer alan yazı, belge ve fotoğraflar 5846 sayılı yasanın güvencesi altındadır. İzinsiz kullanılamaz."

Başkalarının emeğiyle kazandıklarını kendine mal etmekle,
ihanet arasında pek büyük fark yoktur.   Alfred Taylor






ADIYAMAN TUZ HANI’NDA ÇAY İÇMEK

Adıyaman’a her gelişimde Tuz Hanı’na uğrar, Adıyaman’ın yıllar öncesini yaşamış gibi olurum. Tuz Hanı çarşı içinde yer alıyor. Çevresinde hala o günleri yaşatan esnaf ve zanaatkarlar var. İlmek ilmek işliyorlar o günleri yaptıkları işlerde… Terziler, bazı köşkerler, attarlar(aktarlar), esnaf aşevlerinden bir ikisi işlevini sürdürüyor. Bu esnaflar o günlerdeki sadelik içinde işlerine dalıp gidiyorlar.

Bazıları güncel üretimlere yenik düşmüşler. İnatla babadan kalma mesleklerini sürdürenler de yok değil. Onları gönülden kutlamak gerekir.

Ancak tenekeciler sokağı tümüyle yenik düşmüş zamana. Tümünün yerine yeni, günümüze uygun ürün satan dükkanlar açılmış. O günlerde açılıp kapanan tahta kepenkler, yerini çelik kepenklere bırakmış. O tahta kepenklerin ardına gizlenen renkler solmuş ve uçmuş, yitip gitmişler geçmişin karanlığında.

Gözler o ustaları arıyor. Gözler o ustaların ilmek ilmek dokuduğu, ürettiği el işlerini görmek istiyor. Ne var ki, tümü de gömülmüşler o kapkaranlık geçmişe…

Bize de salt düş kurmak, o günleri düşlerde yaşamak kalıyor.

Düş olarak yaşamak bile güzel.

Hala baba mesleğini sürdüren esnafların, karşıdan karşıya konuşmaları, şakalar yapmaları, onları tanıyanların gelip geçerken selam vermeleri geçmişin yansımasından başka bir şey değil.

Kimilerinin yüzlerinde yılların yorgunluğunun derin izleri var. Belleri bükülmüş iyice. Yıllar ve o yılların ağırlığı çökmüş omuzlarına… Dimdik durmaya çalışsalar da zaman yormuş onları… Diyeceğim o ki; zaman fena çökmüş omuzlarına ve de bellerini bükmüş zaman.

Bir de bellerini büken başka bir gerçek daha var. O da gençlerin ilgisizliği ve zanaatlarına bakış açıları…

Onları en çok da yıkan bu oluyor. Kendilerinden sonra zanaatlarının yok olacağını düşünmek bile istemiyorlar. Ne var ki işin en acısı da; gerçek bu.

Yani onlardan sonrası koskoca bir hüsran, koskoca bir boşluk…

Ne diyelim; onlardan sonrası koca bir yalan dünya…

İşte bunları düşünürken, bunlara dalıp gitmişken, Tuz Hanı’nda değil de, karşıdaki kahvede içtiğim kahve de, çay da pek acı geldi bana. İçim burkuldu. İçinde oturduğum, kahveden, çay içtiğim Tuz Hanı’na dışardan bakmak çok acı verdi bana. Dertlendim, kederlendim… Tuz Hanı özelliğini yitirmiş, özgün mimarisi yok edilmiş, hatta yapımı sırasında özgün yapı taşlarının, kamyonlarla Urfa’ya taşındığı söylenmişti. Bu sav doğruysa çok yazık, doğruysa çok üzücü bir durum.

Her neyse bir gerçek var ki, bundan böyle bizlerin Tuz Hanı’na giremediği ve o özgün yapısı içinde, halkla kaynaşan içtenliğiyle sarmaş-dolaş olup, ağız tadıyla kahve ve çay içemediğimiz gerçeğidir.

Bu bizleri çok üzüyor.

Adıyaman’ı çocukluğumuzda ve gençliğimizdeki gibi yaşayamadığımız gerçeği, bizim tarihi geçmişimizi yok ediyor.

Ben böyle düşünmekten kendimi alamıyorum. Ve de kahroluyorum.

Sizler ne dersiniz?

Mehmet Erbil

28 Kasım 2022 Pazartesi

www.mehmet-erbil.tr.gg

 




                ADIYAMANIN TOPRAK ALTINAKİ SIRLARI VE ÜZERİNDEKİ ÖLÜ TOPRAĞI

            Lise yıllarımızdı. Kentin kuzeyindeki dağda gece bir mezar açıp soydukları söyleniyordu. Söylenen yer, Perre mezar kalıntılarına uzak sayılırdı. Ne var ki o mezar alanın devamı olan bir yer gibiydi. Yer Adıyaman’ımıza bakan yamaçtaydı. Soygun gecesi dağda bir ışık görenler olmuş. Öyle söyleniyordu.

            Çok merak ettik. Bir kaç gün sonra biz de arkadaşlarla birlikte gittik. Uzun bir yolculuk oldu. Yorulduk da. Yamaca tırmandık. Kazılan yeri bulana dek o yamaçta dolaştık. Sonunda yeni kazılmış bir toprak parçası gördük. Oraya yöneldiğimizde, bir buçuk-iki metre derinliğinde kazılmış bir çukur bulduk. Bu çukurun yerini bulabilmek için birkaç nokta kazılmış ve son olarak bu noktada bulunmuş olduğunu gördük.

            O çukurun içine girdik. Kayalara oyulmuş bir oda vardı. Aradan uzun yıllar geçti. Karşı ve sol duvarda mezar oyukları vardı. Perre de olduğu gibiydiler. İçleri kazılmış bir şeyler aranmıştı. Bir şeyler bulup bulmadıklarını o günlerde öğrenemedik. Belki bu anlattığım olayı, o günlerin yöneticileri araştırıp, kayıt altına almışlardır.

            Belki de o günlerde bu işlere bakan Kültür Müdürlüğü’nün arşivine, fotoğraflanıp belgelerle arşivlerine girmiştir. Bugün bu konuyu ancak müze müdürlüğü bilir.

            Günümüzde yapılan Perre kazıları göz önüne alınınca, anlattığım bu kaçak kazının anlamı daha iyi anlaşılıyor.

            Çünkü günümüzde bu bölgede nereye bir kazma vurulsa tarih çıkıyor gün yüzüne. Yani Adıyaman’ın üzerindeki ölü toprağı deşelendikçe ortaya çıkan bulgular Adıyaman’ın önceki sosyal yaşamına ışık tutacak belgeler çıkıyor.

            Nasıl çıkmasın ki, Adıyaman’ın her yanı gizemlerle dolu. Nereye baksanız tarihin izleri karşılıyor sizi ve bu tarihin izleri tüm gizemiyle sarıyor çevrenizi.

            Örneğin “Nemrut Dağı Tümülüsü”nün gizemi halen gün yüzüne çıkarılmış ve öğrenilmiş değildir. Tüm dünyanın bu gizem üzerine odaklandığı bilinmektedir. Gün geçtikçe bu odaklanma üzerine dikkatler daha da artıyor. Şimdilik çare bulunamıyor. Tümülüsün röntgenini çekmek önerisini öne sürenler gibi tüneller açılması gibi önerileri de düşüneneler az değil. Her iki önerinin de uygulanması çok güç olan önerilerdir. Bakalım gelecek yıllar bizlere daha neler sunacak ve gösterecektir.

            Perre kenti buluntuları da gizemlerle dolu. Kentin üzerindeki, deyim yerindeyse “ölü toprağı” alındıkça erkeolojik kalıntılar çıkıyor ortaya. Tarih değişiyor, tarihe yeni kapılar açılıyor. Bu nedenle kazıya katılan arkeloglar şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Tarihin akışında yeni yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Adıyaman’ın tarihi yeniden yazılacak gibi.

            Bu denli gizemi taşımak ve bağrında yaşatmak, gelecekte de Adıyaman’ın önemini kat kat artıracağı ortadadır. İlerde uygulanacak olan su altı arkeolojisi çalışmaları, Samsat’ın ve çevre yerleşimlerinin su altında kalan kalıntılarını gün yüzüne çıkardığına gelecek kuşaklarımız tanık olma şansına sahip olacaklardır.

             Her kalıntının altı deşildiğinde bizleri şaşırtan yeni bulgulara hepimiz tanık oluyoruz.

            Daha da tanık olacağımız çok şey çıkacak karşımıza. Yeter ki çalışmalar sürsün, bilimsel çalışmalar yapanlara fırsatlar verilsin.

            Adıyaman’da yeni uygarlık güneşlerinin doğduğunu elbette görecek halkımız.

            Bu uğurda çalışanlara selam olsun.

           

            Mehmet Erbil  2 Aralık 2021


Eskisaray Camisi ve asırlık çınarı (kesilmeden önce)

ADIYAMAN ANILARIMDAN UNUTAMADIKLARIM

                O çocukluk yıllarımızda minarenin merdivenlerini koşa koşa çıkardık. Dik ve minare boyunca döne döne (dönerek) çıkmaktan çok hoşlanırdık. Yine o yıllarda cami müezzinleri günün beş vakti, sabırla o minarelerin döne döne çıkan merdivenlerini yorulmadan çıkarlardı. O güzel sesleri ile minarenin şerefesini dört yönlü dönerek vakitlere göre değişen makamlarda ezanlarını okurlardı. Çıplak sesle okunan bu ezanlar çok hoştu. Araya metalik ses girmiyordu. Hangi hocanın hangi camide ezan okuduğunu özgün sesinden ve kendine özgü yorumundan tanırdınız.

                Sonradan ses aygıtları çıktı. Sesler metalleşti, kulakları tırmalar hale geldi. Müezzinlerin doğal ses yapısını duyamaz oluk. Ne dersiniz müezzinlerin minare merdivenlerini  döne döne, severek beş vakit çıkması, şerefenin dört yanını dönerek ezan okuması ne denli doğaldı.

                Şimdi ise, minare çıkmak yok. Ezanı aşağıdan oku. Ses yükseltici sesi yaysın dört bir yana. Bu teknolojiye tutsaklık mı, kolaylık mı? Karar sizin.

                Ben çocukluğumdaki müezzinlerin doğal ses tonunu arıyorum.

 

ALİTAŞI KÖPRÜSÜ

Alitaşı mahallesine adını verdi bu köprü. Adıyaman Lisesini geçince, şimdi kavşak olan yerde bulunuyordu. Etrafı meyve ağaçları ile sarılı bir köprüydü.Yontulmuş taştan oluşan bu köprünün altından çay dediğimiz bir su akardı.Bu akan su köprünün her iki yanında oluşmuş vadiyi beslerdi. Bu vadide  “dere” dediğimiz meyve bahçeleri vardı. Köprünün iki yanı bu meyve bahçeleri ile uzayıp giderdi. Şırıl şırıl akan bir su,her iki yanında mis kokulu meyveleri taşıyan ağaçlar görülmeye değerdi.

Köprü kentimizi gölbaşına bağlayan yolun çıkışında yer alırdı. O dönemlerde üstünden arabalar ve kamyonlar geçerdi. O günlerde motorlu taşıt araçları azdı ama yine de bu köprü onlara, üstünden geçen yayalara, sırtında sandıklara doldurulmuş meyveleri, üzümleri, odun yüklü eşeklere geçiş olanağı sağlardı. Kim bilir kaç yıl bunu sağladı, gelip geçenleri sırtında taşıdı.

Bizler, biz çocuklar arkadaşlarımızla altında oyunlar oynar, akan sularında, ellerimizi, ayaklarımızı yıkardık. Yeşil otlar, yarpızlar, naneciklerle dolu çevresinde bir sağa bir sola koşar saklambaç oynardık.

Hala düşünür, tatlı tatlı anımsarım o köprüyü.

Yıkmışlardı. Kent büyüdü, yeni yollar açılması gerekiyor diye yıkmışlardı. Oysa ne gereği vardı. Yol azıcık altından ya da üstünden-yani alt tarafından ya da üst tarafından- geçirileydi de o köprü tarihe tanıklık etmek üzere kalsaydı. Hala anımsadıkça hayıflanırım, kızarım o günün yetkililerine. Kent dokusunu öldürenlere kızarım…

 

BİR TAŞ KÖPRÜ DAHA VARDI

Benim anımsadığım bir köprü daha vardı. Bugünkü emniyet sokağı ile Gölebatmaz caddesinin kesiştiği kavşakta yer alırdı. Sevimli, kendine yeter bir anlayışta, küçük ama küçük olduğu kadar da şirin bir köprüydü.  Yontulmuş, fazlaca düzgün olmayan taşlarla yapılmıştı. Küçük bir kemer köprüydü. Üstünden zıplaya, zıplaya geçer odun yüklü eşeklerin, eli bastonlu dedelerin ağır ağır üzerinden geçişini seyrederdik. Fazla büyük değildi ama biz yine de altında üç-dört arkadaş rahat rahat oynardık. Bu köprünün de altından küçük bir su akardı. Bu küçük su kış aylarında, çok yağmur yağdığında çoşardı, yanına yaklaşamazdık, korkardık. Hele karlar eriyince dağdan gelen o kar sularını tüm berraklığı ile altından geçirirdi. Alt yanında toprak damlarlarıyla bir dizi evler yer alırdı. Bu damlardan bir diğerine geçilerek gidilebilirdi. Yani damdan dama atlanabilirdi. Biz arkadaşlarla oynarken öyle yapardık.

Bu köprü kentin gelişmesine ayak uyduramadı. Elbette uyduramazdı. Çünkü çok küçüktü, üzerinden bir otomobil bile geçemezdi. Çünkü o köprünün otomobil gördüğünü hiç sanmıyorum. Ama ne derseniz deyin, şirindi, sevimliydi, saygıya değerdi, pamuk ninelerimiz, dedelerimiz gibi… Ve altından geçen su Gavur Mahallesi’ne değin giderdi. Bizler bu suyun kenarında oynar, lüçük mermer taşlardan yaptığımız bilyeleri kenarlarında bulunan yeşil yumuşak taşlarlara döndürerek sürter, cilalardık. O günlerde kendi oyun araçlarımızı arkadaşlarımızla yarışarak kendimiz yapardık. Bu yaptığımız “gülle”lerle oynamak bize büyük bir zevk verirdi. Belki o günleri anımsayan dostlarımız vardır. Anımsayanlara selam olsun.

İşte bunlar kent dokumuza çok yakışırdı. O köprüler, çaylar bu güne gelebilseydi!..

Bu nedenle kent dokumuza sahip çıkamadığımıza çok üzülüyorum.

 

ALTINDAN TATLI SU KANALI GEÇEN KUYULAR

Şimdiki emniyet sokakta bulunan evlerin bazılarında kuyular vardı. Bu kuyular bildiğimiz kuyulardan çok farklıydı. Nasıl anlatsam size, nasıl anlatsam ki inanasınız. Bu kuyular evden eve geçen kemer yapılı ustaca ve de bilinçli bir tasarım sonucu oluşturulmuştu. Süryani mahallesine değin gittiği söyleniyordu. Biz çocukluğumuzda bir kuyudan girer diğerinden çıkardık. Çocuk aklımızla oyun oynardık. İçinde yürüyebileceğimiz denli yüksek bir kanal şeklinde, taş kemer sistemi uygulanmıştı. Tabanı düz taşlarla oluşturulmuş harika bir kanaldı. İçinden berrak, berrak olduğu kadar da tatlı bir içme suyu akardı.Gerekli oldukça hane halkı su sitili ile çeker içerdi.

Şimdi ne oldu bu kuyulara bilinmez. O evler çağa ayak uyduramadıkları için birer birer yıkıldı. Yıkılırken de kuyular önemleri kalmadığı için unutuldu, yok edildi. Oysa kentin tarihi ile, sosyal yaşamı ile ilgili ele geçmeyecek bir belge idi. Bu belgeyi, bu tarihi kaç kişi bilirdi, bilemem. Biz mahallenin çocukları bilirdik, bilirdik de bu günkü aklımızla değerlendiremezdik. Şimdi aklıma geldikçe elimde olmadan kızıyorum, çaresiz anılarıma dönerek, belge olsun diye yazıyorum. Kaç kişi inanır bilemem.

 

Mehmet Erbil





Adıyaman Sokaklarından 1969(Fotoğraf: Mehmet ERBİL)







ADIYAMAN ANKARA'DA

VE DE ADIYAMAN BELEDİYESİNİN ÇİRKİN OYUNU

Adıyaman tanıtım günleri var Ankara'da. Doya doya gezdim özlem giderdim. Ancak sergi salonuna girince hüsrana uğradım. Adıyaman tanıtım fotoğrafları sergisinde benim fotoğraflarım başköşede yer alıyordu. Ancak adım yoktu. Bu nasıl belediyecilik anlayışıdır. Siz tutup "anılarımda Adıyaman" adıyla fotoğraf yarışması düzenleyeceksiniz, fotoğraflar gelince de oyun bozanlık yapıp yarışmayı yapmayacaksınız. Buraya kadarını anladık. Yarışmayı yapıp yapmamak sizin keyfiyetinizde. Ancak gönderilen fotoğraflara fütursuzca el koyup dilediğiniz yerde kullanmak sizin keyfiyetinizde değildir. Kişilere ait fotoğraflar 5846 sayılı telif hakları yasası güvencesi altındadır. Biz Adıyaman'dan uzakta olduğumuz için görmez sandınız. Önce "Seyri Adıyaman" isimli kitapta fotoğraflarımı iznim olamadan kullandınız. 2010 yılı Adıyaman 1 Aralık il oluşu etkinliklerinde sinevizyon gösterisinde kullandınız. Yetmedi bu kez de Ankara'da Adıyaman Tanıtım günlerinde kullandınız. 
Belediye Başkanı ve diğer yetkililer, özellikle de İdris  Nebi Açıl, bunu bana nasıl açıklarsınız. Durumu aktardığım başkan telefon numaramı alarak beni arayacağını söyledi. Umarım sözünde durur arar. 
Ben yine de Adıyaman Tanıtım Günlerinde çektiğim görüntüleri paylaşmak istiyorum. İ. Nebi Açıl umarım yanıt verir. Çünkü bunların makamları yalan üzerine kurulmuş, koltuğuna da sanıyorum bizim yapıtlarımızın üstüne oturarak, sıkı sıkıya sarılmış . Umarım ben yanılırım. Yanıt ve başkandan telefon bekliyorum.

 



 
Benim Fotoğraflarım. Hem de serginin başında yer alıyor. Belediye dürüst davranmalı.
Benim onayımı almadan resimleri paylaşamaz ve yayınlayamaz. İdris Nebi Açıl'ın
yaptığı bu oyun çok çirkincedir. Kendisine ve belediye başkanına duyurulur.
Eğer sağır sultan olmayıp duyarlarsa...     (28 Haziran 2013)

Not: Başkan Büyükaslan sözünde durdu. Konuyla ilgilenmiş. Sağ olsun. Ancak beni görevlendirdiği kişi aradı. Telif yasasının gereğinin yapılmasını ve bana ödeme yapılmasını istedim. Yasanın gereği budur. Bana döneceklerini söylediler. Bekliyorum. (03 Eylül 2013)



Adıyaman Kilimleri (Cicim)

(Sürecek)










Meryem Ana Çeşmesi- Adıyaman (Fotoğraf: Mehmet Erbil)



ADIYAMAN BELEDİYESİNİN HOŞ OLMAYAN TUTUMU



Fotoğraf:Mehmet Erbil

ADIYAMAN BELEDİYESİ Basım Tarihi 27.03.2011 olan "ŞEHRİ ADIYAMAN" İSİMLİ KİTABA BENİM İKİ SİYAH-BEYAZ FOTOĞRAFI İZNİM OLMADAN ALMIŞ. İÇ KAPAKTA DA "FOTOĞRAFLAR 5846 SAYILI YASANIN GÜVENCESİ ALTINDADIR" DENMİŞ. BEN ŞİMDİ BAŞKANA SORUYORUM 2006 YILINDA FOTOĞRAF YARIŞMASI ADI ALTINDA FOTOĞRAFLARIMIZI ALIP, SONRA DA ALAY EDERCESİNE YARIŞMAYI İPTAL EDİP VE DE İSMİMİ DAHİ YAZMAYA GEREK DUYMADAN FOTOĞRAFLARIMI ARŞİVLEMENİZ VE KULLANMANIZ HANGİ YASANIN GÜVENCESİ ALTINDIR. BANA ÇOK AKILLI KÜLTÜR BİRİMİNDEKİ HANGİ ARKADAŞINIZ BUNU AÇIKLAYABİLİR?
TÜM ADIYAMAN'LI HEMŞERİLERİME SAYGIYLA DUYURUYORUM
.
 
"ŞEHRİ ADIYAMAN" ADLI KİTAPTA İKİ FOTOĞRAFIM YAYIMLANDI. İ. NEBİ AÇIL ADINA BASILAN KİTAP İÇİN, ADIYAMAN BELEDİYE BAŞKANLIĞI YANIT VERSİN. BENİM FOTOĞRAFLARA BÖYLESİNE SAHİP ÇIKMAK HANGİ KÜLTÜRLÜ ELEMANINIZIN İŞİ? O FOTOĞRAF OKUMAYI BİLSE TARİHİ DE DOĞRU OLARAK YAZARDI. ÇALMA FOTOĞRAFLA ANCAK BU KADAR TARİH BELİRLENİR.
BİLİNÇLİ TÜM ADIYAMAN'LI HEMŞERİLERİMİN DİKKATİNE SUNULUR. YARIŞMA YAPIYORUZ DİYE FOTOĞFALRIMIZA BÖYLE EL KOYUYORLAR. BUNA NE DENİR KENDİLERİ KARAR VERSİN.
BANA SORSALARDI TARİHLERİ ONLARA DOĞRU OLARAK VERİRDİM VE BÖYLE KOMİK DURUMA DÜŞMEZLERDİ. TÜM YASAL HAKLARIMIN DA BİLİNCİNDEYİM, GEREKTİĞİNDE GEREĞİ DE YAPILACAKTIR.


Fotoğraf: Mehmet Erbil

1 ARALIK 2011 KUTLAMALRINDA SİNEVİZYON GÖSTERİMİNDE KULLANILAN FOTOĞRAFLARIMI DA BAŞKANLIĞIN ANIMSAMASINI İSTİYORUM. UZAKTA OLUŞUMUZ GÖRMEDİĞİMİZ ANLAMINA GELMEZ. HANİ NE DERLER ".... MUMU YATSIYA KADAR ...".


ADIYAMAN FIRINCILARI


Kahvaltı için "İsot Kebabı"


Kahvaltı Hazırlığı



SAMSAT STELİ 
 
YURT DIŞINA KAÇIRILAN ADIYAMAN SAMSAT STELİ
O denli çok ki hangi birini saysak. Normal yollardan gelmişler, izin isteyip kazılar yapmışlar. Kazılar sonucunda bulgular elde etmişler. Tarihe ışık tutacak belge ve bilgiler çıkarmışlar ortaya. Bizim yeterli donanımımız ve bilim elemanımız olmadığı için meydanı boş bulup, işlerine yarayanları gizlice kaçırmışlar. Kimilerini üç-beş kuruş verip sözde satın almışlar. Tonlarca ağırlıkları yurt dışına taşırken-kaçırırken kılımız bile kıpırdamamış.
Şimdilerde ayıktık herhalde ki, bu kaçırılanları isteme furyasına girdik. El-alem almış, müzesinin en baş köşesine oturtmuş, onları izlemeye gelenlerden paralar kazanıyor. Kazancından olup ta sana geri verir mi? Vermez elbet…
Bunlardan biri de Adıyaman’dan kaçırılan SAMSAT STELİ’dir. M.Ö: I. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Kültür Bakanlığı British Museum’da olan bu stelin paşindedir. Herakles, Kommagene Kralı I. Antiochos’u kutluyor. Samsat yakınlarında bulunan, oyma taş olan bu kabartma, merkezinde yer alan bir delikle zeytinyağı çıkarmada baskı ve ağırlık aracı olarak kullanılmıştı. Bölge o yıllarda zeytinyağı üretiminde ön planda yer alan bir merkezdi. Kahta bölgesinde Zeytin adı taşıyan bir yerleşim yerinin bulunması bunun en güzel kanıtıdır. Bu stel ilk kez 1882 yılında bilimsel kayıtlarda yer almaya başlıyor. Daha sonra Osmanlı yönetiminin izni ile 1911 yılında arkeolog Lenonard Woolley tarafından satın alındığı söyleniyor.
Satın alınarak Suriye’ye getirilmiş olan stel, 1927 yılında da Woolley’in izni ile British Museum’a satılıyor.
Samsat Steli’nin serüveni budur.
Şimdi de Özgen Acar’ın(1) yazısından bir alıntı yapalım:
“…
British Müzesi “Hac Sergisi” düzenledi. Müze görevlileri, Topkapı Sarayı’nda, Türk ve İslam Eserleri ile Türbeler müzelerinde inceleme yaptılar. 35 eseri sergiye alma önerisinde bulundular.
Bakanlık, mennuniyetle, ama bizden size kaçırılan “Samsat Stelini” geri verin, biz de 35 parçayı ödünç gönderelim!” dedi. Müze “Verelim, ama mülkiyeti bizde kalmak üzere…” diye yanıtlayınca … ip koptu…
Bu parça, Nemrut’ta görkemli tümülüsü bulunan Kral Antiochos’un Herkül’ü selamlarken gösteren, İÖ. 1.yy’da yapılmış 1.23 m yüksekliğinde bir mezar taşıydı. Samsat-Selik’te “bir zeytinyağı işliğinde baskı aracı olarak kullanılırken” 1882’de görülmüş, Karkamış’ta kazı yapan İngiliz Leonard Vooley 1911’de satın alarak Suriye’ye götürmüştü.
1. Dünya Savaşı ve Suriye’deki işgalci Fransız yönetiminden izin alınarak British Müzesi’ne satılmıştı. Türkiye 1906 “Asar-ı Atika Nizamnamesi’ne aykırı” olarak yasadışı yollardan çıkarıldığı için 2005’ten buyana bu parçayı geri istiyor.”
Öykü buydu. Bilmem bizler ve insanlarımız ders alır mı?
                                                            Mehmet Erbil 07 Mart 2012
(1) Özgen Acar, KAVŞAK, “Bayat Haberler Gündemde!” Cumhuriyet Gazetesi, 06 Mart 2012, s.12.


Deleme(topaç) çeviren çocuk (Fotoğraf: Mehmet Erbil) 



Fotoğraf: Mehmet Erbil

BELEDİYE ADIYAMAN KALESİNDE   DEFİNE ARIYOR

Kent dokusunun değerini bilmeyen belediye kaleyi hallaç pamuğu gibi atmış. Atmış da savurmuş taşı toprağı. Görünce içim burkuldu. Hazan yerine dönmüş kalenin çevresi. Yıkılmış, savrulmuş tüm evler. Geriye orada yaşanmış nice günlerin, mutlulukların; sönük, ağlamaklı görüntüleri kalmış. Oysa Adıyaman'ın tipik halk mimarisi örnekleriydi bunlar. Tümü yıkılmayıp, bir kısmı restore edilerek turizme hizmet veren konutlar olarak düzenlenebilirdi. Tarihi değeri olmadığının bilincindeyiz. Bilincindeyiz ama, bu değer bilmezliğin de bu kadarına anlam veremiyorum. Gelecekte bu günleri yaşayanlar ah vah edecekler, göreceksiniz üzülecekler. Çünkü Adıyaman kendine özgü kent dokularını bir bir yitiriyor. Hem de kenti yönetenlerin kadirbilmezliği ile yitiriyor. Bir zamanlar bir kasap pazarımız vardı ki paha biçilmez bir yapıya sahipti. Çocukluğumdan anımsıyorum, o loş ortamına girince bir serinlik kaplardı içinizi. İki yana dizilmiş kemerli küçücük kasap dükkanları vardı. Bugüne kalsaydı, o günün belediye yöneticileri bilgili ve kültürlü olsaydı bu yapı yıkılmaz, oturakçı pazarı ile bir bütünlük oluştururdu. İçinde de turizme kucak açmış esnafımız kazanç sağlardı. 

          Ne çare ki, giden geri gelmiyor. Kalede yıkılanların gelmeyeceği gibi. Bu yıkımlarda yok olan kent dokusu ve de turizmimizin geleceğidir. Ancak yıllar sonra anlayacak  bunu Adıyaman'lım. 


Fotoğraf: Mehmet Erbil

           Çünkü belediye sanki kalede define arıyor. Oysa define turizmde saklı... Oysa define; kent dokusunun özenle, bilgiyle, bilinçle korunmasında saklı.

            Böyle biline, böyle biline ki, Adıyaman Adıyaman olsun...
                                                                               Mehmet Erbil



Umutları ve gelecekleri yıkılan çocuklar (Fotoğraf: Mehmet Erbil)

                                             (16.07.09)



Fotoğraf: Mehmet Erbil



            Adıyaman nere bilmez çoğu
            Yerini orta Fırat'ta bulmuş
            Güneydoğuda kendi halinde
            Şipşirin bir kent olmuş.
                                         Mehmet Erbil




Adıyaman Sümer Meydanı 2005 (Fotoğraf: Mehmet Erbil)





Sümer Meydanı 1978 (Fotoğraf: Mehmet Erbil)

                 Bir güzel vadi bulmuş burada insanoğlu
                 Taşı toprağı tarih olmuş ellerinde
                 Işık saçan efsaneler, Mansur'un kalesi
                 Derken Adıyaman olmuş halkın dilinde.
                                                          Mehmet Erbil




Fotoğraf: Mehmet Erbil

Kalede Kabaltından Adıyaman'a bakış-Bu görüntüler artık çekilemeyecek. Burası belediye tarafından yıkıldı. Adıyaman tanıtım filminde yer alan,  çocukların buradan koşarak geçtiği görüntüler geride kaldı. Çünkü burası artık yok... Adıyaman belediyesi bindiği dalı kesiyor, o görüntüleri bundan böyle kullanmaması gerekiyor.
                               Mehmet Erbil
 



Adıyaman Atatürk Barajı (Fotoğraf: Mehmet Erbil) 


                Bir yeni kavram girdi dilimize
                Çevrildi gözler bizde de turizme
                Nemrut Dağı, Perre, Sümeysat, Keysun
                Sekizinci Harika boy saldı ilimizde.
                                                        Mehmet Erbil


Fotoğraf: Mehmet Erbil
           

     YILDIZLARA AÇILAN KAPI                   
         
Nemrut Dağı, UNESCO'nun "Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer almaktadır. Ancak doğa koşullarına açık olması ve gelen konukların bazılarının duyarsızlığı karşısında yıpranmaya devam etmektedir. Bu Milli Park alanımız dünyaya mal olmuş bir değerler hazinesidir. Tarihe tanıklık ederken, düşündüren, hayran bırakan büyüklükleriyle, yapılışındaki ustalık gizemleriyle izleyenleri alır götürür düşler evrenine.


Nemrut Dağı'nda Gündoğuşu (Fotoğraf: Mehmet Erbil)


Nemrut Dağı ilginçliğini ve gizemliliğini, tüm olumsuz koşullara karşın hala koruyor. Uzaylıların üssü olduğu savı bile düşler içinde yaşamanıza yetiyor. Güneşin doğuşu anlatılamaz, ancak yaşanır.Ki kendinizi unutur renk dünyasına dalar gidersiniz. Artık uzayın boşluklarıdır sizi kucaklayan. Güneşin batışı da ayrı bir çoşkudur, döner durur düşünceleriniz. Evrenin derinliklerinde bulursunuz kendizi... Kısaca;Nemrut Dağı görülmeye değer.  
 

Fotoğraf: Mehmet Erbil

Nemrut Dağı'nda  bilinen bu gerçekler arasında nereye gittiği bilinmeyen, keşfedilmemiş tünellerin varlığıdı da dikkat çekicidir. Çevreyi dolaştıkça buna siz de tanıklık edersiniz. En ilginç olanı da Kommagene Kralı Antiochos I'in mezar yeridir. Bugünkü yöntem ve teknolojilerle dahi bu gizemlilik çözülebilmiş değil.



Eski Kahta'da Dünyanın en büyük yazılı Kayası ve gizemli tünel (Fotoğraf: Mehmet Erbil)

Nemrut Dağı'ndaki dev mezar anıtta, asrolojik simgeler kullanılarak, gizemliliğe farklı bir anlam ve yön verilmiştir.

Batı terasta bulunan Aslan kabartması üzerindeki astrolojik simgeler aslında bir horoskoptur. Horoskop yıldız haritası anlamındadır. Yıldızlar takvimi olarak kullanılırdı. Aslan üzerindeki kabartmalar, 9 yıldız gezegenini gösteren takvimdir. Bu takvime göre, aslanlı kabartma M.Ö. 7. yüzyılın 62. yılı Temmuz ayında yapılmıştır.




Yazar Adrian Gilbert,  SIGNS IN THE SKY adlı kitabında ve www.adriangilbert.co.uk adlı sitesinde bu konuya açıklık getirmeye çalışmaktadır. Gilbert'e göre bu yıldızlar haritasında "iki zaman dönemiyle, Kral'ın doğum ve inisiye tarihleri" verilmektedir.

"Bu tarih 6 Ocak'tır. ...

"Gilbert, Kral Antiochos'un krallığının henüz bulunmamış bir yerinde 35'inci eğiminde, 155 metre uzunluğunda, nereye gittiği bilinmeyen bir tünel olduğunu iddia ediyor.




"Bu tünelin ne için kullanıldığı konusunda bir bilgi yok ama, arkeologlar uzun zamandan beri bu bulmacanın peşindeler. Kahta'dan Nemrut Dağı'na uzanan tünellerin varlığı biliniyor ama nereye gittikleri henüz anlaşılamadı. Bir diğer teoriye göre ise, bu tüneller uzaylılar tarafından inşa edildi."(2)


Fotoğraf: Mehmet Erbil

Bu noktada düşünmemiz gereken önemli bir nokta da şudur: Dünyada ilk uzay romanının başkent olan, güneş ülkesi Samosata'da yazılmış olması dikkate değerdir. Sanat merkezi ve kenti olan Samosata(Samsat) böyle bir görevi mi üstlenmişti. Sözü geçen uzaylılar Samosata da görülmüşler miydi? Şimdi Atatürk Barajı gölü altında kalan bu topraklar, uzaylılar gizemini de kendisiyle birlikte suların derinlilerine mi gizledi? Düşünmeye ve de araştırmaya değer diye düşünüyorum.
                                                                                                 Mehmet Erbil

_______________
(2) Elimde olan bu kaynakla ilgili yazar adı ve yayımlanan dergi-gazetenin tarih ve sayısı belli değildir.Tırnak içindeki yazılar ve siyah beyaz fotoğraflar bu kaynaktan alınmıştır. Adını veremediğim için, yazardan ve yayın kuruluşundan özür dilerim. 



 

                İri mi iri bu heykeller, devler gibi
                İçinizde tatlı sımsıcak bir sevgi
                On mu desem boylarına, onbeş mi?
                Hiçbir şey yetmez ölçmeye bu tarihi.
                                                        Mehmet Erbil




Fotoğraf: Mehmet Erbil
            
       NEMRUT DAĞI SOYGUNU(1)

"Alman arkeologlar Nemrut'taki muhteşem kabartmaları ülkelerine götürdüler. 

1881-82 kışında, Berlin'deki Prusya Kraliyet Bilimler Akademisi'ne Türkiye'den bir mektup geldi. Mektubu İzmir'deki Alman Başkonsolosluğu yazıyor ve Güneydoğu Anadolu'da bir geziye çıkan Karl Sester adlı bir Alman mühendisin Antitoros Dağları'nın bir tepesinde inanılmaz büyüklükte Asur heykellerine rastladığını bidiriyordu. Mektup akademi üyeleri arasında heyecan yarattı. Konu Alman Arkeoloji Enstitüsü Genel Sekreteri Alexander Conze'ye iletildi."

Böylece başlayan serüven talanla devam etti. Nemrut Dağı yalnızdı, ulaşılması zordu. Bizler bilmiyoduk, anlamıyorduk. "Osmalı'da taş mı yoktu." Osmallı'da taş çoktu. Bunlar da onlardan bazılarıydı. Yıllarca blmediğimiz bu soygunu rahmetli hocam Mehmet Önder kaleme almış, yazmış bir bir...Okumaya, anlamaya devam edelim.

"Conze, ... mısırda araştırmalar yapan arkeolog Otto Puchstein'a bir mektup yazarak mühendis Karl Sester'le birlikte bu heykelleri görmesini ve bir rapor hazırlamasını bildirdi. ... 4 Mayıs 1883 günü Nemrut Dağı'nda heykellerin bulunduğu tepeye ulaştılar. Puchtein, burada yaptığı çalışmalarda, heykellerin Asurlularla bir ilgisinin bulunmadığını bunların bu bölgeye egemen olan Kommagene Kralı Anti'ochos I'in diktirdiği anıtlar olduğunu öğrendi. Bir takım çizimlerle raporunu Berlin'e gönderdi. 

Alman Arkeoloji Enstitüsü, Bergama'da kazılar yaparak Zeus Tapınağı'nı meydana çıkaran, ayrıca Ankara Oğüst Tapınağı'nda ve Boğazköy'de çalışmalar yaparak buradaki kitabe ve kabartmaların alçı kalıplarını Berlin'e Carll Humann'ı Kommagene Anıtları üzerinde yeniden araştırma yapmakla görevlendirdi.


Carll Humann yolda Sakçagözü'ne uğradı. Orada bir çifrlik evinin duvarında bulunan siyah granitten çok sayıda kabartma vardı. Bunlar arasında, kralın arslan avını temsil eden ve herbiri 400 kg ağırlığında 3 parçadan meydana gelen muhteşem bir kabartma da bulunuyordu. Bunları yok pahasına satın alarak kağnılarla İskenderun Limanı'na, buradan da gemiyle Almanya'ya gönderdi. Eserler kırılmadan Berlin'e ulaştı ve Staatliehe Museen (Devlet Müzeleri)'nde yerini aldı."


Adıyaman Sakçagözü'nde bulunan 3 parça 1500 kg ağırlığındaki taş kabartma Kommagene Kralı arslan avında.

"Carl Humann, bundan sonra Kommagene'deki kabartma ve kitabelerin alçı kalıplarını ustaca çıkardı, bunları sandıklayarak Berlin'e gönderdi.  Kendisi aslında Bergama kazıları ile meşgul oluyordu. Kommagene'ye ancak 1888 yılı baharında yeniden gelindi. Bu sefer daha önce ön araştırmalarını yaptığı Zincirli'de kazılar yapacaktı. İlk Türk müzeleri müdürü Osman Hamdi Bey, burada bazı sondajlar yapmış ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi'de sergilenen 8 büyük kabartma bulmuşsa da kazıyı tamamlayamamıştı. Carl Humann 1888 baharında büyük bir ekiple Zincirli'de kazılara başladı. 8 Nisan'da başladığı kazılar 7 Haziran'a kadar sürdü. Bu süre içerisinde daha önce Osman Hamdi Bey'in harebe girişinde yaptığı kazılarda bulduğu kabartma taş levhalara ilaveten 24 kabartma daha buldu. Bu eserler gerçekten büyük boyda tanrı ve kral, ayrıca av ve savaş tasvirleriyle süslü anıt kabartmalardı. İstanbul'da yapılan bir anlaşmayla Hamdi Bey'in bulduğu 8 kabartma İstanbul'a, Carl Humann'ın meydana çıkardığı 24 kabartma ile küçük buluntuları içine alan 84 sandık eski eser Berlin'e gönderilmek üzere İskenderun Limanı'na getirildi."



Adıyaman Zincirlik'te bulunan ve Berlin Müzesi'ne götürülen büyük taş kabartma Kommagene Kralı ve Katibi.

_______________
(1)(Mehmet Önder,Eski Eser Yağması Anadolu'yu Nasıl Soydular, Milliyet Gazetesi,27 Mart 1992,s:15.



                 Perre'den çıktım yola
                 Vardım Sümeysat'a, Besni'ye
                 Saymakla bitmez ilim
                 Dağ taş tümüyle efsane.
                                            Mehmet Erbil



Karakuş Tepesi (Fotoğraf: Mehmet Erbil)






Kaleden Adıyaman 1963 ( Mehmet Erbil)

                    BİR BAŞKADIR ADIYAMAN
                 
                Çalışır didinir Adıyaman'lım
                Tarlalarda binlerce harman
                Fabrikalarda döner makaralar
                Petrol dolar taşar kuyulardan
                
                Ürünlerini sen işle yörende 
                Pamuğu da denk et tütüne
                Sebzeyi meyveyi saymayı unutma
                Fıstığı da fazladan koy üstüne. 
                                            Mehmet Erbil 1980




Adıyaman-1963

KENT DOKUSU
Üstteki fotoğrafta sağdan birinci ve ikinci yapılar artık yok... Birinci yapı kent dokusunun Adıyaman'a özgü yapılarından biriydi. Dış görünüşü ve iç yapısı oldukça özgün mimari ögeler içeriyordu. Rant kaygısı ve o günlerin bilinçsiz yerel yönetim anlayışı bu özgünlüğü yok etti. Aslında yok edilen Adıyaman'ın kimliği idi. Aslında yok edilen Adıyaman'ın kendine özgü kent dokusuydu. Karşısında yer alan Kabcami ve çeşmesiyle, çeşmenin yanında yer alan Paşa Hamamı'yla tarihin tanıkları, tarihin belgeleriydi. Daha doğrusu ata mirasıydı. Onlar; o mirası yediler, bu belgeleri de yediler, kent dokusuna zarar verdiler... Biliyorum ki, torunları onları affetmeyecekler.

Günümüz yöneticilerine bu yıkımlar ders ola... Ola ki, kentin Adıyaman olduğunu simgeleyen mimari yapılar,  halkın yaşantısını belgeyen sivil mimari örnekleri de bilinçsizce yok edilmeye... Kent sokaklarında yer alan birçok yapı, konaklar, çıkmalı evler yok, beton yapılara kurban edildiler. Son olarak da kale çevresinde yer alan sivil yapılar yıkıldı. Aslında bu yapıların bir bölümü onarılıp, düzenlenip Adıyaman evleri olarak döşenip turizme rahatlıkla açılabilir. Çünkü gelenler böyle doğal ortamlar arıyorlar. Turizmden, turizm gelirlerinden anlayanlar bunu gayet iyi bilirler.

Dileğim; böyle düşünüle, böyle yola çıkıla... Karlı çıkan Adıyaman'ım olacaktır.

Kalan dokularımızı da heder etmeyelim, düşünelim, geleceğimiz için ince eleyip, sık dokuyalım... Kazanan Adıyaman'lım olacaktır.

Bizler çocukluğumuzda, gözlerimiz ağrıdığında sağdan o birinci yapıya gelir, Osman amcamızın(Osman Soydan) önünde sıraya girer, gözlerimize ilaç damlatmasını beklerdik. Osman amca sessiz, sessiz olduğu kadar da kibardı. Tam bir beyefendi idi. Gözlerimize yine sessiz tavırlarla damla damlatır, pamukla hafifçe ovalar ve bizleri yollardı. Rahmetlinin ruhu şad olsun. Bugün bir çok Adıyaman'lı görüyorsa, trahomdan kurtulduysa bunda Osman amcanın payı çok büyük olsa gerektir. Ben de görebiliyorsam, göz sağlığımı Osman amcaya borçluyum diyebilirim. Çünkü liseyi bitirip Ankara'da okumaya gittiğimde bir göz muayenesi sonrası doktor bana; "Gözlerin trahom tehlikesi atlatmış." demişti.  

İşte sağdan birinci yapı, özgün mimarisi yanında sağlık açısından da Adıyaman için önemi olan, sağlık hizmeti vermiş bir yapıydı.

Diyorum ki, o yapıyı rant uğruna yıkanlar düşünsün...
 
                                                                       Mehmet Erbil

"Sayın Mehmet Erbil,
trahom tarihçesi ile ilgili olarak yaptığım bir araştırma için sitenizde yer alan bir resim ve altındaki ilgili açıklamanızda 'sağdaki binada trahom tedavisi yapılırdı' diye başlayan paragrafınızı, sizi kaynak göstererek kullanmama izin verirseniz çok sevinirim. Saygılarımla.
Prof. Dr. Gülten Dinç,İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fak." 06.05.2015

Sayın Prof.Dr. Gülten Dinç hocama çok teşekkür ederim. Bilimsel çalışmalara kaynaklık edecek anılarıma önem vermeniz beni mutlu etti. Adıyaman'da benden önce doğmuş olanların çok sık yaşadığı trahom tehlikesini biz de atlatmışız. Bizler şanslı bir kuşak olarak, trahoma karşı yoğun önlemlerin alındığı günlerde bu tehlikeyi ilaçlama sayesinde atlatmışız. Sağlık kadrosuna, o günkü yapılanlarda yer alanlara, emeği geçenlere çok teşekürler. 11.05.2015




(Fotoğraf: Mehmet Erbil)
Adıyaman Oturakçı Pazarı'ndan Bir Bölüm-Korunan Kent Dokusu

Bu doku korunmakla birlikte, bir curcuna, bir çok eşya ve mal segileme hırsı içinde bunaltıcı bir hava içindedir. Buraya gelip gezmek ve alış-veriş yapmak isteyen yabancılar bu yoğunluktan bunalıp, bırakın alış-verişi bir an önce buradan çıkmayı düşünürler. Öyleyse çok ürün yerine az ama öz ve albenili bir düzenleme yapmak en akılcı yoldur diye düşünüyorum.

Dikkar edilirse Adıyaman'lım bile bu yoğunluğun içine girmemeye özen göstermektedir. Burada yer alan esnafların, belediyenin ve kendi esnaf dernekleriyle bir araya gelip bu dağınıklığa ve gereksiz yoğunluğa çeki düzen vermeleri gereklidir ve kendi yararlarına olacaktır.

Düzenlilik müşteri memnuniyetini ve kazancı da beraberinde getirecektir.
 
Kazançları bol ola...

                             Mehmet Erbil




(Fotoğraf: Mehmet Erbil)
Yok edilen Kent Dokusu-Tuz Hanı Önü Oduncu Pazarı Adıyaman 1978





Gölbaşı Caddesinden Kale-Adıyaman 1969 (Fotoğraf: Mehmet Erbil)



Hükümet Caddesi-Adıyaman 1978 (Fotoğraf: Mehmet Erbil)





Yok edilen Tahta Minare-Adıyaman 1978 (Fotoğraf: Mehmet Erbil)






Gölebatmaz Sokağı(Gölebatmaz Caddesi)-Adıyaman 1969 (Fotoğraf: Mehmet Erbil)

İlkokula başladığım yıllarda (1955) Bu sokaktan çok geçerdim. Evimiz bu sokak üzerindeydi. Eskisaray mahallesinde otururduk. Annem sabahları cebime bazı günler kuru üzüm koyar, bazı günlerde pestil koyarak beni okula yollardı. Okulum çok güzel bir okuldu. Cumhuriyet devrini simgeleyen, kesme taş bir yapıdan oluşan bir yapıydı. Yüksek tavanlı, dev görünümlü ve de oldukça heybetli bir yapıydı. Bu okul hala durur. Ancak artan öğrenci sayısını karşılayabilmek için ek bina yapılmıştır. Bu okul CUMHURİYET İLKOKULU'ydu.

O yılları hiç unutamam. Çünkü okula gidip gelmek oldukça eğlenceli ve hoş duygulara yönlendiriyordu beni. Çocukluğun ve okuma hevesinin verdiği bir duyguyla, güle oynaya okula gider gelirdim.

Kış aylarında zor olmakla birlikte, okula gidiş gelişlerim ayrı bir oyun ve eğlenceli yürüyüşe de dönüşürdü. Hele kar yağdığında, damlardan kürelenen karlar, sokak boyunca dolardı. Öyleki sokağın ortasına yığılan kar sokak boyunca sur gibi yükselir, yol alabilmek için bu surların üzerinden yürüyerek yol alırdık. Karlar damların süvüklerine kadar yükselirdi. Bu tepeciklerden yürürken evlerin avlularını seyerede seyrede yürürdük. O zamanlar çok kar yağardı. Böyle geçerdi kış aylarındaki okul yolculuğumuz. Çok güzeldi, hala özlüyorum. O görüntüler gözlerimin önünden gitmiyor. 

Sonra, üçüncü sınıfa geçtiğimizde, 1 Aralık ilkokulu açıldı. Okul yapısı yoktu. Kerpiç evlerden bazıları geçici olarak okul haline getirildi. Bu küçük ve karanlık olan bu evlerde, sığdırılabilen az sayıdaki sıralarda ve sıra olmayanlar için takalarda oturup bağdaş kurarak dersler yapılmaya çalışıldı. Bu da o günler için bize oldukça eğlenceli gelir ve hiç yadırgmazdık. Çünkü o günlerin evleri hep kerpiçten ve duvarlarda yer alan takalar bildiğimiz şeylerdi. Öğretmenlerimiz onca darlığa karşın zevkle ders işler, bilgilenmemizi sağlarlardı. 

Hele o günlerde sesi çok güzel olan bir arkadaşımız vardı. Azınlıklardan bir ailenin çocuğuydu. Genellikle o takada otururdu. Sıkıldığımız zamanlarda ya da müzik dersinde, takanın içinden "Yoğurt koydum dolaba" diye bir başlardı, sormayın gitsin. O ses hala kulaklarımda, görüntüsü de gözlerimin önünde. Belki de o sesin gizemi takada söylendiği ve yankılandığı içimdir, bilemem. Ben hala anımsıyor ve de özlüyorum. 

Mahalleye adını veren "Eskisaray" denen iri taşlardan oluşan bir temel kalıntısı vardı. Bunun bir hastaneden geriye kalan kalıntılar olduğu söylenirdi. Şimdiki 1 Aralık İlkokulunun ana yapısı bu temel üzerine yapıldı. Bizler de kerpiç evlerden yeni yapılan bu yapıdaki dersliklerimize taşındık ve ilkokulu orada bitirdik. Bu yapı da yeterli gelmediği için sonradan ek binalar yapılarak sınıf sayısı artırıldı.

Her iki okulumun da eğitim öğretim hizmeti ve binlerce öğrenciye ışık dağıtması sürüyor.

Eğitim ışıkları sürekli ola...

                         Mehmet Erbil



ADIYAMAN'DAKİ DÜNYANIN SEKİZİNCİ HARİKASI


Nemrut Dağı-Adıyaman
Fotoğraf: Mehmet Erbil

Nemrut Dağı tepesinde yer alan Kommagene Krallığı uygarlığına ait ve bu uygarlığın Adıyaman'daki anıtsal izleri, tüm dünyanın ilgisini çekiyor. Başlı başına büyük bir sanat yapıtı olan Nemrut Dağı'ndaki dev boyutlu kral I. Antiochos ve  tanrı heykelleri ve çevresindeki diğer tarihi kalıntılar ilgiyle ve hayranlıkla izleniyor. M.Ö. I. yüzyılda yapıldığı  ve dini amaç taşıdığı yazıtlardan anlaşılmaktadır.Doğu ve batı teraslarında yer alan heykellerin  başları doğa koşulları ve sarsıntılar nedeniyle yıkılmış yerde durmaktadırlar.  Gövdeyle birlikte heykellerin yüksekliği  9 metre kadardır. Bu devasa heykeller gerçekçi bir tarzda ve uzaktan etkili olacak  biçimde sekiz  katman halinde yapılmıştır. Bu nedenle Nemrut Dağı heykelleri dünyanın sekizinci harikası olarak kabul ediliyor.




Fotoğraf: Mehmet Erbil

Nemrut Dağı'nda Güneşin doğuşu gibi batışı da izlenmeye değer görüntüler oluşturmaktadır. Mutlaka izlemek için zaman yaratınız  Unutulmayacak anlar yaşayacaksınız.

                       Geçit verir yıllardır Cendere
                       Çok krallar, ordular gördü
                       Gururla dünü getirdi bugüne
                       Tarihe ışıktan ağlar ördü.
                                                                                Mehmet Erbil


Cendere Köprüsü (Fotoğraf: Mehmet Erbil)

Yine Adıyaman'da dünyanın ilgisini çeken Cendere Köprüsü, mimari yapısı ve kullanılan malzeme ile dünyada eşi benzeri olmayan özellikler taşıyor. Köprü ayakları iki kaya üzerine oturtularak yapılmıştır. Halen kullanılabilen ve sağlamlığını koruyan bu köprü dünyanın sayılı köprüleri arsında yer alır. Roma imparatoru Septimius Severius tarafından M.S.200 yılında yaptırılmıştır. 92 adet büyük taş bloktan oluşturulan köprünün uzunluğu 120, yüksekliği 30, eni de 7 metredir.
                                                                                         Mehmet Erbil




Cendere Köprüsü (Fotoğraf: Mehmet Erbil)

Karakuş Tepesi Kartalı-Adıyaman
Fotoğraf: Mehmet Erbil

Karakuş Tepesi Kartalı Nemrut Dağı ve çevresinin Gizemini Hala koruyor-Adıyaman

 
  Bugün 108338 ziyaretçi (193487 klik) kişi burdaydı! SANATLA KALIN-SAĞLIKLA KALIN  
 
isteataturk.com Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol