SANATA GİDEN YOL KİŞİNİN BEYNİ, GÖZÜ VE ELİNDEN GEÇER. Mehmet Erbil
   
  Mehmet ERBİL
  ADIYAMAN: SANATÇI MEHMET ERBİL'İN GÖZÜYLE ADIYAMAN
 

"Bu sayfalarda yer alan yazı, belge ve fotoğraflar 5846 sayılı yasanın güvencesi altındadır. İzinsiz kullanılamaz."




KORUYORUZ DERKEN TAHRİP Mİ EDİYORUZ?

            YA DA “TAŞ YERİNDE AĞIRDIR

Kentlerin temel zenginliği tarihi kalıntılarında ve kültür verilerine saklıdır. Adıyaman bu yönden çok zengindir. Nereye baksanız bir kültürel değerle ya da bir tarihi değerle karşılaşırsınız. Burada bu tarihi değerlerden biri olan MERYEM ANA ÇEŞMESİ üzerine eğileceğiz.

Bilindiği gibi kentlerin gelişmesini sağlayan en önemli etkenlerin başında, kente giriş-çıkış yapılmasını sağlayan yollardır. Bu nedenle kentlerin bağlantı yolları o kentlerin can damarı olmuştur. Tüm giriş-çıkışların yapıldığı, alış-verişlerin kaynağı olan ürünlerin taşındığı yollardır bunlar.

Konumuz olan Meryem Ana Çeşmesi, bir zamanların Halep yolu üzerinde yer almaktadır. O dönemlerde binlerce yolcuya ve onların yük taşıyan hayvanlarına su vermiş, onların soluklanmalarına, yolun tozundan, çamurundan arınmalarına neden olan bir çeşmedir. Bu çeşmeden sonra biraz ilerde bir çeşme daha vardır. O da Hacı Ahmet’in Düzündedir. Türkülere de konu olmuştur. Ancak bu çeşme yıllar içinde azar azar define aramak amacı ile yıkılmıştır. Bu gün yerinde bir taşı bile kalmamıştır. Tarihe olan saygımız budur.

Meryem Ana Çeşmesi’nin yazgısı da oldukça dikkat çekicidir. Korunamıyor gerekçesiyle yıkımı için Adıyaman Belediyesi , “eski coğrafi konumunu yitirmiş olduğu ve bulunduğu yer nedeniyle korunamadığı, bu nedenle tehdit altında olduğunu belirterek, eski işlevine kavuşturmak için kolları sıvadı. Şanlıurfa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvurdu.

                Bu başvuru sonucunda, Varlık Mahallesinde bulunan bu çeşmenin yerinde korunamayacağı, bu nedenle hemen yakınında bulunan Hacı Abuzer Baba Türbesinin bulunduğu yere taşınması uygun bulunmuş. Bu gerekçeyi anlayamadığımızı belirtmek isterim. “Kentin ortasında yer alan Çırçır Pınarı sanki korunabiliyormuş da” demekten kendimi alamadım. Bunda esas amaç, ucuz yoldan bir çeşmeye kavuşmak düşüncesi olduğunu sanıyoruz.

Çünkü eski eserlerin tarihsel kimlikleriyle ve belgesel özellikleriyle korunması esastır. Bu gerçeği tüm sanat tarihçileri ve arkeologlor bilmektedir.  Ancak koruma yasalarına karşın, gerçek anlamda korunamadığı görülmektedir. Meryem Ana Çeşmesinde olduğu gibi.


Halkımız; “Taş yerinde ağırdır” der. Ne denli doğru bir söz. Ülkemiz bu nedenle yurt dışına kaçırılan tarihi yapıtların peşine düşmekte, kendi ortamlarında sergilenmeleri doğrultusunda çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmaların bazılarından da olumlu sonuçlar alınmaktadır. Bizim Adıyaman Belediyesi ise yerinde değil, başka ortamda değerlendirme ve işlevsellik peşinedir.

Bu konularda uzman olan Prof. Dr. Doğan Kuban, engin deneyimine dayanarak; “Türkiye’de her restorasyon bir yapı tahribidir, …” demektedir. Öyleyse tarihi bir yapının kullanımı, çağdaş ölçüler içinde bakımının yapılması ve aslının yaşatılması en doğru yoldur inancını taşımaktayız.

“Tarihi yapıların “mezbele” ya da ”harabe” olarak gösterilmesiyle, koruma uzmanları tarihi yapıları “sevimli hale getirmek”, koruma kurulları da bu tür önerilere onay vermek durumunda değildir. Önemli olan eserin, eserin bozulmuşunun ya da kopyasının değil, aslının yaşatılması; bu yaapıların kolayca “tahrifat” yapamadığımız nüfus hüviyet cüzdanlarımız olduğu; eskiyle yaşamanın bir erdem ve ayrıcalık olduğu konusunda, ilgili tüm kurumların ve özellikle halkımızın bilgilendirilmesi gerekir” der mimar ve restorasyon uzmanı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi öğretim üyesi , S. Sarp Tunçoku.

              

                  Olayın özünde bilginin olduğu açık bir gerçektir. Tarihi yapıtların korunması, bilgiyle donanmış, bu yapıtlar ve çevre tarihiyle yüz yüze gelmiş insanların artmasıyla korunmanın sağlanacağı bilinmelidir. Burada yerel yönetimlerin öncülüğü öncelikle düşünülmelidir.  Tarihi bir yapıtın zamanla kararmış bir taşına dokunmak, bambaşka bir heyecan verir insana. Aslında bu heyecan o taşın yapıldığı yıllara uzanan az da olsa bilgisinden kaynaklanır. Bu fırsatı yakalayan bizler kendimizi şanslı sayabiliriz. Çünkü bizden sonrakiler o siyah taşa dokunma şansına sahip olamayacaklardır. Oysa görevimiz bu şansı, bizden sonra gelecek kuşaklara da aktarma olmalıdır. Onlar da heyecan duymalılar ki, bu ve benzeri yapıtları geleceğe taşıma bilincine sahip olsunlar.

                Öyleyse; tek yolumuzun tarihi yapılarımızı, bilgiyle donanmış olarak, oldukları gibi yaşatmak ve geleceğe en az hasarla ulaştırmaktır.

                Mehmet Erbil


Sanatçı Mehmet Erbil'in gözüyle Adıyaman

Sanatçı Mehmet Erbil'in gözüyle Adıyaman
 Adıyaman'da özgün kent dokusu-Çarşı(Fotoğraf:Mehmet ERBİL)

Adıyaman'da AKSEB-Adıyaman Kültür Sanat Edebiyat Bilim Derneği yayını olan MİM dergisi 2. sayısında benimle yapılan söyleşiye yer verildi. Bu söyleşi doğup büyüdüğüm kentime bakış açımı irdeleyen, dopdolu bir söyleş idi. Naif Karabatak'ın hazırladığı bu söyleşiyi buraya aynen alıyorum:

"Naif KARABATAK-Sanatçı Mehmet Erbil'in Gözüyle Adıyaman...

Öncelikle Adıyamanlıların sizi tanıyacağı şekilde bir tanıtım alabilir miyim?

Bu biraz zor olacak sanırım. Çünkü Adıyaman Lisesi’ni bitirdiğim 1965 yılında Adıyaman’dan çıktım, çıkış o çıkış. Halen Adıyaman’dan uzaktayım. Yılda bir uğruyorum. O da kısa süreli oluyor. Bu kısa sürede dostlarımdan çok Adıyaman’ı dolaşıyorum. Caddelerini, sokaklarını geziyor, anılarımı tazeliyorum. Her geçen yıl anılarımızın izlerinin bir bir yok olduğuna tanık oluyorum. O sokaklarımız, çıkmalı evlerimiz, kapısını çaldığımız akrabalarımız ve de yaşlılarımız kalmamış, ayrılıp gitmişler bu dünyadan.

Önceleri evden çıkıp çarşıya gidene dek, yüzlerce tanıdık görür selamlaşır, ayaküstü de olsa söyleşirdik. Ya da iş yerlerine uğrar, çay-kahvelerini içerdik. Şimdi onlar yok. Onların yerini başkaları almış. Göçlerle nüfus artmış, Adıyaman bambaşka bir kent olmuş.

Kızmayın ama, cadde ve sokaklarda yürürken bu yetiştiğim kentte kendimi yabancı gibi hissediyorum. Öyle ki, yakın akraba gençleri bile yolda görseler, ne ben onları tanırım ne de onlar beni. Kısaca yabancı olduk.

Yabancı olduk derken…

Yabancı olduk derken, bu özde yabancılık değil, daha çok görünüşte.

Çünkü yazı ve fotoğraflarımla Adıyaman’ı dolu dolu yaşıyorum ve de yaşatmaya çalışıyorum.


Adıyaman Lisesi 2. sınıf
 

Sizin kuşak sizi nasıl tanır?

Benim kuşağım, 1965 yılı lise mezunu arkadaşlarım; beni resim yapmamla tanırlar. Bir kısmı da o yıllarda yazdığım şiirlerimden bilirler. O yıllar resmin yanında çokça şiir de yazardım. Bunlar gazete ve dergilerde yayımlanırdı.

Resme merakınız nasıl başladı, nasıl sürdü, şu an resmin neresindesiniz?

Benim aklım erdiğinde babam bakkallık yapardı. Daha önceleri çok iyi bir terziymiş. O yılların bakkalları; sabun, tuz, mevsimlik sebze ve meyveler, köylü yurttaşların köyden gelirken getirdiği yağ, yumurta ve taze peyniri satarlardı. Bugünkü gibi dolu dolu her şey yoktu.

İşte bu günlerde, okula gitmeden dükkânda elime geçen kağıt ve defterlerin boş sayfalarına resimler yaptığım geliyor gözlerimin önüne.

Sonrasında ilkokul ve ortaokul yıllarım başlar. Ortaokulda Öner Ayan isimli bir resim öğretmenimiz vardı. Onun yaptırdığı ve bahçelere giderek sessiz köşelerde resimler yaptığımı anımsıyorum.

Ancak benim için en önemlisi lise yıllarım. Öğretmenimiz Emrullah Bulurman, resim çalışmalarımda bana yön verdi, önderlik etti. Bu nedenle 1963, 1964 yılları verimli geçti. Artık yolumu bulmuştum.


Resmi aileniz nasıl karşıladı?

Ailem, rahmetli annem, babam, “Resim yapmak günah, onlara öbür dünyada can vereceksin” diye engellemeler yaparlardı.

Herhalde bu sonuç vermedi ki, resimle koşut bir yaşantım bugünlere dek sürdü geldi. Rahmetli anne ve babam da bunu kabullendiler.

Sanatta nokta koymak diye bir şey yoktur. Bu nedenle sanatın neresindeyim dendiğinde başındayım diyorum. Çalıştıkça ışıldıyorsunuz, çalıştıkça bileniyorsunuz, çalıştıkça görüş alanınız, görüşleriniz değişiyor, gelişiyorsunuz. Bu nedenle sanatın başı sonu yoktur. Her çalışma, bir sonraki çalışmaya ortam hazırlar. “Yaptım bitti” derseniz, siz de bitersiniz. Bitiş yok, sürekli yeni başlangıçlar vardır. Dahası, dahası vardır sanatın.

Bu nedenle; 18 kişisel sergi açtım, sanat yazıları yazdım, ne var ki hala işin başındayım diyorum. Çünkü daha yapacağım çok şey ve de öğreneceğim çok şey var.


Sadece resim değil, fotoğraf merakınız da var. Sanatın görsel iki koluyla çok yakından ilgilisiniz, ya diğer kolları?

Lise yıllarımda resim ve yazın (edebiyat) ağır basıyordu. Kısa bir süre emanet bir fotoğraf makinası da kullandım. Çektiğim fotoğrafların çoğu 1969 yılı ve sonrasını kapsar. O yıllarda tabela yazarak kazandığım azıcık para ile bir fotoğraf makinası ve agrandizör almıştım. Bunları “Fırçamın ucuyla kazandım” diye hala saklarım.

Şimdiki Adıyaman Lisesi, bizim yeni lisemizdi. Son sınıfı orda okuduk. Yani o lise yapısının bizler hem ilk öğrencileri hem de ilk mezunlarıyız. 1965 yılı bizim kuşak için bu nedenle çok önemli. O yapıyı temizleyip sınıflar oluşturduk. Yönetim birimleri ve sınıf yazılarını bizler yazdık. Bununla da yetinmedik arkadaşlarla, okulun Kültür Edebiyat Kolu’ndan bağımsız duvar gazetesi çıkardık. Onda yazılar, şiirler, fıkralar yazdık, resimler çizdik.

Kısaca resim ve fotoğraf yanında yazın alanı da benim ilgimi çok çeker. Dergilerde ve gazetelerde yayımlanmış şiir ve sanat yazılarım bulunmaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse en ağır basanı resim yönümdür. Şiirlerimde ve yazılarımda da bu yön açıkça görülür sanırım.

Web siteniz de var ve özellikle eski Adıyaman resimleriyle süslüyorsunuz. Adıyaman hasretinizi resimlerle mi gideriyorsunuz, yoksa Adıyaman’a gelip gitmeleriniz de var mı?

Benim kendiliğinden oluşan bir belgecilik yanım vardır. Her şeyi toplarım. Duyduğumu yazar, gördüklerimi ya çizer ya da fotoğrafla saptamaya çalışırım. Bu genelde benim ilgimi çeken, çevremi oluşturan konulardır.

Ayrıca ilk yıllardan bu yana Adıyaman’la ilgili konu ve bilgiler toplama çalışmalarım var. Bunlarla bir kitap oluştu aslında. Yeniden gözden geçirilip, güncellenmesi gerekiyor. Bu uzun zaman alır.

Bu nedenle Adıyaman hasreti diye bir şey yok bende. Ben her daim Adıyaman’la iç içe yaşıyorum. Özlediğim, hasretini duyduğum tek şey; Adıyaman’a özgü kimliklerin, kent dokusunun bir bir ortadan kaldırılmasıdır. Web sitemde (www.mehmet-erbil.tr.gg) bunu açıkça dile getirdiğimi ve eleştiriler yaptığımı sanıyorum.

Adıyaman’la bağım kopmadı, kopmaz da… Arada bir geliyorum. Geldikçe de kimliğini yitirmemiş yerleri gönlümce gezip dönüyorum.



Kaleden Adıyaman 69 (Fotoğraf: Mehmet Erbil)
 

Hem Adıyamanlısınız, hem ressam hem de fotoğrafçı. Bu üç özelliğinizle birlikte Adıyaman’ı değerlendirmenizi istesek, ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar?

Şöyle düşünelim: Nemrut Dağ’ını, Cendere Köprüsü’nü, Karakuş Tepesi’ni, Perre kalıntılarını, bir de Oturakçı Pazarı dediğimiz çarşıyı düşünmeyin ve görmeyin! Geriye Adıyaman kimliğinden bir şey kalmaz. Çünkü Adıyaman’ın kent dokusu kaldırıldı, yitirildi.

Bir kalemiz vardı. Hısn-ı Mansur. Bir dönem kente adını vermişti. Kalede sivil mimari örnekleri olan evler kaldırılınca, çırılçıplak bir toprak yığını kaldı geriye. “Surlar” var derseniz; onlar yamanmış, yapmacık surlar. Bu nedenle kale ile hiçbir uyumu yok. Özenti dolu, tarihle, geçmişle ilişkisi düşünülmeden yapılmış.

Caddeleri, sokakları düşünün… Hangisinde bu Adıyaman’dır diyebileceğimiz kimlik var. Aynı yapıları başka bir kentte, hatta kasabalarda da görürsünüz.

Kısaca derim ki; hem de üzülerek Adıyaman’a özgü bir kent fotoğrafı yok ortada. Her yerde görülebilecek görüntüler var. Betonlaşma var… Özgün Adıyaman mimarisini yansıtan sivil yapılar yok. Onlar yaşatılabilir, restore edilip tarihin tanıkları olarak geleceğe miras bırakılabilirlerdi. Rant uğruna Adıyaman kent kimliği kalmadı. Benim sitemde yer alan, özlemini duyduğum Adıyaman fotoğrafı bunlardır. Bazı özgün örneklerin korunmaları gerekirdi diye düşünüyorum. Ya da mimarlarımız, çağdaş ve güncel düşünerek Adıyaman’a özgü bu yapı örneklerini, çok katlı yapılara yansıtarak kent kimliğini biraz da yaratıcı bir yaklaşımla koruyabilirlerdi diye düşünüyorum.



Lise 3 Sınıfımız Pirin'de. (8 Nisan 1966)

Dışarıdan bakan ama çok ilgili olan birisi olarak sizin döneminizle şimdiki dönemdeki sanatsal çalışmaları, kültürel yapıyı değerlendirmeniz mümkün mü?

Şimdilerde her şey çok farklı. Teknoloji, bilişim sistemleri, sanal ortamlar yaşamı ve her şeyi çok kolaylaştırdı. Buna bağlı olarak da aydınlanma ve görüşler de bizim dönemlere göre çok gelişti. Ay’a gidişi; “Yalan söylüyorlar, bizleri kandırıyorlar!” diyen bir yaşlı kuşak içinde yetiştik. “Günah” denen ortamlarda çırpına çırpına boy saldık.

O yıllarda Adıyaman’da iki ya da üç gazete vardı. Baskıları sınırlı ve de her zaman baskı yapamazlardı. Zaman zaman onlarda yazmaya çalışırdık. Okulda duvar gazetesi vardı herkes yazamazdı. Zaten yazan da azdı.

Şimdi sanal ortamda yazmak ve paylaşmak çok kolay. Bu nedenle aydınlanma, bağımsız çalışma fırsatları var.

O günlerde sanatla, kültürle uğraşanlar azdı. Azdı ama nüfusa oranlarsak bugünkü ile aynı olurdu sanırım. Şimdi gençler rahat ve özgürce yazıp çiziyorlar, Tanıdığım gençler var. Adıyaman’daki etkinlikler bunun göstergesi. Şiir ve öykü yazanlar, kitap bastıranlar çoğunlukta.

Sanat dergisi çıkarılabiliyor. Bu bizim için hayaldi.

Bu nedenle sizleri kutluyorum. Başarılarınız sürekli ve de uzun soluklu olsun."

 

 

 
  Bugün 108328 ziyaretçi (193429 klik) kişi burdaydı! SANATLA KALIN-SAĞLIKLA KALIN  
 
isteataturk.com Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol