SANATA GİDEN YOL KİŞİNİN BEYNİ, GÖZÜ VE ELİNDEN GEÇER. Mehmet Erbil
   
  Mehmet ERBİL
  URGUP
 
 "Bu sayfalarda yer alan yazı, belge ve fotoğraflar 5846 sayılı yasanın güvencesi altındadır. İzinsiz kullanılamaz."




ÜRGÜP’TE TURİSTİK BAYRAM VE NECDET GÜNER'İ ANIMSAMAK

                Ürgüp’e her gelişimde garipliklerle karşılaşıyorum. Bir lokantada bayram öncesi, arife günü yemek fiyatları uygundu. Ramazan olduğundan pek de müşterileri yok gibiydi. Halkın deyişiyle, müşteri akmasa da damlıyordu.

İlgimi çeken pilav üstü tavuk döner oldu. Tadı iyiydi, oldukça lezizdi.

Aynı menüyü bayramın ikinci günü, aynı yerde bayram öncesi 20 lira iken, bayramın ikinci günü 25 lira olduğuna tanık oldum. Birden 5 lira zamlanma ile bayram için Ürgüp’e gelen, yerli ve yabancı gezginlere sürpriz yapılmıştı. Ürgüp bu sürprizleri yapa yapa bu günlere geldi. Giderek Ürgüp’e gelen gezgin sayısında günden güne azalmalar görüldü.

Bu günlerde yıllardan bu yana, işine gelirse tutum ve fiyatlandırmalar yüzünden, gezginler zorunlu olmadıkça Ürgüp’e girmiyorlar. Çarşı bayramda beklendiği gibi kalabalık değil. Çarşı bayramda bile bomboş. Gelip geçen arabaların kalabalığı göze çarpıyor. Kısaca Ürgüp geçiş yolu gibi.

Bu noktada esnafların, yıllar öncesini düşünmesini istiyorum. Eski günlerde, çarşıda adım atacak yer olmazdı. Kaldırımlar, işyerlerinin önü insan seli ile dolardı. Şimdi bunlar masal gibi geliyor insanlara. Çünkü bu işyerlerinin çoğu siftah bile etmeden kapatıyor o gün kepenklerini. Çünkü gezginler, yukarda anlattığım nedenlerle esnafların bu ve benzeri tutumları nedeniyle Ürgüp girişindeki “Üç güzeller” adıyla belirtilen peribacalarına dek gelip izliyorlar, Ürgüp’e geldiklerini kanıtlamak için fotoğraf çektirip oradan dönüyorlar. Ürgüp esnaflarına da sinek avlamak kalıyor.

Bir zamanlar yerli dizilerin çekildiği evler ve ortamlar ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Kapılarının önlerinde, az da olsa insanlar kuyruk olup, içeriye girmek için sıra bekliyorlar.

Aradan sızan, Ürgüp’e giren birkaç gezginin deyim yerindeyse yukarda anlattığım örneklerde olduğu gibi yağı çıkarılmaya çalışılıyor.

Ürgüp esnafına üzüntüyle duyurulur.

Ürgüp esnafının ve halkının biraz geriye dönerek, Ürgüp turizminin unutulmaz ve efsane ismi Necdet Güner’in –rahmetle anıyorum- turizm çalışmaları sonucu, yaratılan turizm potansiyeli şimdilerde yok edilmiş. O’nun turizm ilkeleri vardı. “Ürgüp halkından ne ücret alıyorsanız, yabancıdan da aynı ücreti almalısınız.” derdi. O yıllarda onunla birlikte çalışanlar bu ilkenin tanığıdırlar. İlkeler unutuldu, bu günlere gelindi.

Çok uzak değil, geçen bayramlarda cadde ve sokaklara araç park etmek ücretli idi. Üzülerek kaç kez tanık oldum. Aynı cadde ve sokakta arka akaya park etmiş yabancı arabaların üzerine ücret koçanı konuyor, önünde ya da arkasında olan 50 plakalı arabalara konmuyordu. Böyle bir durumla karşılaştığım olayın birinde, görevliyi çağırarak, durumu anlattım. “Herhalde gezginlerin Ürgüp’e gelmesini istemiyorsunuz. Bankaya girmek için yanaştım. Bir başkası alış-veriş için bir yere yanaşabilir, hemen arabaya bilet koyuyorsunuz. 50 plakalarda neden yok?” dedim. Ve de kızgınlıkla “Al götür başkan ödesin!” demekten de kendimi alamadım.

Neyse ki durum yargı kararıyla düzeltildi de, gezginlere yapılan bu soyguna son verilmiş oldu. Alınan ücret küçük bir miktardı. N e var ki, 50 plakalara uygulanmayınca, gezginler –dilim varmıyor ya- “enayi” yerine koyulmuş oluyordu.

Olayı üzülerek anlattığım Ürgüplü dostlarım da aynı şekilde bu tür olaylara kızdıklarını belirttiler. Ne zaman yabancı plakalı bir araçla bir yere park etmek zorunda kalsalar, aynı durumla karşılaşıyorlarmış. Yine o günlerde çarşıda gezginden çok oto park görevlisi görülüyordu. Bu durum da Ürgüp turizminin düştüğü durumu çok güzel özetliyordu.

Benim gözlemlerim bunlar. Bilmem, sizler ne dersiniz?

Yoksa haksız mıyım?

Mehmet Erbil

18.06.2018 Pazartesi



Şen olasın Ürgüp  (Fotoğraf: Mehmet Erbil)



Ürgüp ve Ürgüp'lü  (Fotoğraf: Mehmet Erbil)






Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz (Düzenleme Şahin Ceylan)

ÜRGÜP'TE MUSTAFA GÜZELGÖZ'Ü DÜŞÜNMEK



Ürgüp’te günün sıcak saatleri henüz başlamadı. Ben de bu fırsattan yararlanarak Kayakapı ‘da biraz dolaşıp,
yeni fotoğraf çekimleri yaptım. Kayakapı düzenlemelerinden ortaya çıkanlar
umutlandırıcı görünüşler çıkarmış ortaya. Ancak olduğu yerde kalakalmış düzenlemeler.
Çok umutlanmıştık. Öyle bir hızla başlamıştı ki Kayakapı proıjes;i hızına
erişilmez diyorduk. Sonra ne olduysa oldu, birden hızla kesiliverdi çalışmalar.
Tüm umutlar sönmüştü. Yazık oldu. Ürgüp geçmişi ile yüzleşecek, evlerin
derinliklerinde izi kalmış yaşantılar ortaya çıkarılacaktı. Ve de bu çıkışlarla
güncelleşip, turizme yeni bir ivme kazandıracaktı; “tı” da kaldı her şey.
İşte böyle düşüncelerle dolaştığım, fotoğraflarını çektiğim yerlerin
yorgunluğundan uzaklaşmak için parka oturup güzel bir çay içmek istedim. 15
Temmuz 2012, pırıl pırıl bir Ürgüp sabahı. Karşımda
Tahsinağa Kütüphanesi. Sanki yalnızlığa terk
edilmiş gibi. Duvarları solgun ve de yorgun gibi geldi bana. Yine içine ilk
girdiğim 1972 yılı, çektiğim fotoğraf kareleri gibi geçti gözlerimin önünden.
Sevecen bakışlarıyla –emekli olmasına karşın-masasında oturmuş Mustafa amca ilk
karede yerini aldı.
O zaman raflardaki kitapları incelemiş, diğer gelişlerim için neler
bulabileceğimi öğrenmek istemiştim. Oldukça da yararlı oldu. Ben kitapları
incelerken, yabancı olduğumu anlayan
kütüphane görevlisi (Mustafa Güzelgöz) geldi yanıma, benimle
ilgilendi.
Nevşehir Öğretmen Okulu’nda
resim öğretmeni ve
Necdet Güner’in damadı olduğumu
öğrenince gözleri parladı ve ilgisi daha da arttı. “Necdet çok çalışkandır,
Ürgüp’e yaptıkları anlatılmakla bitmez. Bak, O’nun yaptığı Ürgüp simgesi,
eşekli kadın motifi duvarda asılı” diyerek gösterdi. Daha bir yakınlaştık.
Gerçekten eşekli kadın Ürgüp’ün simgesiydi ve birçok işyerinin ve otellerin
girişlerini süsler olmuştu. Hatta evlerin duvarlarında da yerini almıştı.
Bunlar bir çırpıda canlanıp geldi geçti gözlerimin önünden. Hey gidi
günler, hey gidi Mustafa Güzelgöz nur içinde yat. Senin köy köy gezdirdiğin
kitapların, adına düzenlenen oda şimdi yok. Açtığın belde ve köy kitaplıkları
bir bir kapanıyor.Senin anlayacağın çoğu yok şimdi.
Oysa o kitapları okuttun, elden ele dolaştırdın. Gözlere ışık, beyinlere
bilgi taşıdın. O günleri yaşayanlar minnettar sana biliyorum. Gençler seni
şimdilerde bilmeseler de, bilenler çoğunlukta. Kitap kurtları hep seni anımsar,
senin kitaplarını düşünür köy köy. Ve de semerinin iki yanında, iki kitap dolu
sandıkla eşeğini.
Bilesin ki, kitap severler olarak biz seni unutmadık.
Ama isteriz ki, senin için her yıl kitap şenlikleri düzenlensin, kitap
tanıtımları yapılsın. Yazarlar, çizerler, yayımcılar konuşsunlar yazı üstüne,
okumak üstüne ve de aydınlatmak üstüne. Dileğimiz bu. Ben bu dileğimizi
Ürgüp’lü yöneticilerin duyarlılığına sunuyorum.
Anlayanlar olur belki diye düşünüyorum. Düşündüğüm çok mu? Hayır. Senin
için az bile Mustafa amcam, senin için ne yapsak az. Ne var ki, bizi bağışla,
devir devran değişti. Kalakaldık ortada.
Köy Enstitülerinin köyden işe başlaması
gibi, senin de köye kitapları taşıman şimdilerde görülmek istenmiyor. Ve de bu
olumlu benzerlik ders olmuyor bazılarına. Bizlerin elinden bir şeyler gelmiyor.
Ne yapsak sizler gibi yürekli insanlar olamıyoruz, aydınlığı karanlıklara
baskın tutamıyoruz.
Aldı götürdü bu düşünceler beni. Kısılmış gözlerimle kütüphane kapısına
bakmayı sürdürüyorum.
Bir yandan da çayımı yudumluyorum. İçim burkuluyor, özlüyorum o günleri.
Aradan 40 yıl geçmiş dile kolay. Bu kırk yıl bana bir şeyi daha anımsattı. 15
Temmuz 1972 de Ürgüp’te evlenmiştim. Kırk yıl olmuş. Mustafa Güzelgöz ile
tanışmama neden olan mutluluğumun başladığı yıl.
Bu nedenle seni bu 40 yılın sıcaklığı ile yeniden saygıyla anıyorum.
Önceleri top oynardı. İyi bir kaleciydi. İstanbul’da Vefa Spor’un kalesini
korurdu. Dinlenme dönemlerinin birinde Ürgüp’e gelir. Eş, dost, akraba özlemini
gidermektir amacı. Boş da durmaz. Topla oynamasını seven gençleri toplar
etrafına. Onlara daha bilinçli oynama kuralları öğretmeye çalışır. Gençler
zevkle ve özenle anlatılanları dinliyor ve uyguluyorlardı. Dönemin yetkili
yöneticisi bu ilgiyi görünce, O’na Ürgüp’te Kalmasını söyler. Amacı bu gençleri
böyle bir düzenlilik içinde yetiştirmektir. O’nu kütüphaneye alarak Ürgüp’te
kalmasını sağlar. İyi de etmiş bu yönetici. Alkışlanacak bir davranış yapmış.
Yapmış ki, sonradan tüm dünya Mustafa Güzelgöz’e verilen ödülle O’nu da
alkışlamış oldu. Helal olsun O’na.
Musatafa Güzelgöz kütüphaneci oldu olmasına ya, gelen gideni pek azdı.
Okuyanı nerdeyse yok gibiydi. Öğrenciler ödevleri için gelir, sonrasında
okuyucuların suyu kesilirdi. Ne edip etmeli insanları buraya çekmenin bir
yolunu bulmalıydı. Buldu da.
Öncelikle; kitapları insanların ayağına götürmeliydi. Bu iş nasıl olacaktı?
Oturup günlerce kafa yordu. Doluya koydu almadı, boşa koydu dolmadı. Çözümü bir
türlü bulamıyordu. Canı da epeyce sıkıldı. Bu sıkıntıyla pencereden dışarı
bakmaya başladı. Yoldan geçen, pazardan alışveriş etmiş insanların geçişlerini
izledi bir süre. Sırtlarında doldurdukları heybeleri, iki büklüm köylerine
doğru yol alıyorlar. Bazıları da eşeklerini yüklemiş, yanlarına astıkları
heybeleri doldurmuş olarak gidenleri de gördü. Kimileri de eşeklerinin iki
yanında iki sandık, sandıkların içi pazardan aldıkları ile tıka basa dolu.
Keyifle izlerken, hemen aklına takılanı düşünmeye başladı. “Bizim en kolay
taşıma ve binek aracımız eşektir. Vatandaşlarımız bu eşekleri ile bizim
ayağımıza ürettiklerini sandıklarla nasıl getiriyorsa, biz de kitaplarımızı
onlara böyle sandıklarla götürürüz” der, zaten güzel olan gözleri daha da
parlar. Ertesi gün işe koyulur. Soluğu genel müdürlükte alır.
Anlatır derdini genel müdüre. Köylere kitap götürmek için bir eşek kadrosu
ister. Yanıt olumsuzdur. Çaresiz odadan çıkar. Gözleri dolmuştur. İçin için
ağlamaktadır. Kurduğu düşler suya mı düşecekti. Kendini tutamadı, gözlerinden
yaşlar akmaya ve ağlamaya başladı. O anda odasından çıkan genel müdür,
Güzelgöz’ü ağlar görünce yeniden düşünür, inançlı ve dirençli insana istediği
eşek kadrosu parasını verir. Mustafa Güzelgöz de Ürgüp’e gelerek, kadrolu
eşeğini alır.
Böylece başlar kitapların köy köy gezmesi, kitapların köylere aydınlık ve
de ışık yayması.
Anlatması bile güzel. İnsanların köylerine eşeğin geldiğini görünce
toplanması, yüzlerinin gülmesi, ne denli mutluluk vericiydi o günlerde.
Ki, biz o mutluluğu hala duyuyor, hala yaşıyoruz. Ve de bununla avunuyoruz.
Birden döndüm çevremdekilere, “Mustafa Güzelgöz’ün Ürgüp’e heykeli yapıldı
mı?” diye sordum. Durakladılar, şaşırdılar. Belki de soruma bir anlam
veremediler. Belki de sorumu yersiz ve anlamsız buldular.
Ürgüp’te tüm dünyanın tanıdığı, değer verdiği, ödüllendirdiği Mustafa
Güzelgöz’ün heykeli yapılmamıştı. Bir maskının olduğundan söz edenler oldu.
Oldu da; şimdi nerde diye düşünmeye başladılar.
Değerbilirliğimiz bu kadarmış ne diyelim. Dünya alem değer veriyor,onların
verdiği değerle biz de teselli olmaya çalışıyoruz.
Başka ne diyelim, vatandaş olarak uyarı görevimizi yapıyoruz. “Dahasını
Ürgüplü yetkililer düşünsün” diyorum.
Aydınlık için, gözlerdeki ışıkların sönmemesi için, okuyan gençlik için
yeniden çağdaş Mustafa Güzelgöz’lere kavuşmak umuduyla.
Mehmet ERBİL


 




Fotoğtaf: Mehmet Erbil- Turistik Ürün satışı-Ürgüp 1978


Fotoğraf: Mehmet Erbil-Ürgüp Kayakapı'da Kaya Kilisesi

Başdere'den Ürgüp'e ilginç bir yürüyüş
 





Fotoğraf:Mehmet ERBİL: İlginç Doğasıyla Ürgüp
 
Biz iki arkadaş nerede buluşup görüşsek, ertesi güne bir gezi planı yaparız. Bu nedenle çevreyi didik didik ettik desem yeridir. Hele Emrullah Güney alanı gereği, çevrenin jeolojik yapısını inceler, notlar tutar, fotoğraflar çeker durur. Çünkü o günlerde bu konuda tez hazırlığı vardır. Kaynakları tarar, notlar alır, yazar, çizer ve de görmediği yerlere öncelik verirdi.
Yine böyle bir inceleme gezisi için, ertesi gün saat 8.00’e sözleşmiştik. Emrullah Güney’le Ürgüp’ten Başdere’ye gidecek oradan da vadiyi izleyerek Ürgüp’e yaya gelecektik.
8.30’a doğru dolmuşun yanına vardık. Kalkmak bilmez. Bir saate yakın bekledik. Neyse araca yeterince kişi binince kalktı.
İlk durağımız Başdere Belediyesi oldu. Şeker gibi bir adam belediye başkanı. Belediyenin hemen karşısında bir gazino inşa ettiriyor. Küçük havuz da yaptırmak arzusunda. Planlarını anlatıyor bize.
Güzel bir başlangıç.
Köyün içinden vadiye indik. Dar bir vadi. İşlenir toprak çok az. Su yok. Açılan kuyulara, kuruyan dere yatağının suyu toplanıyor. Onunla sulama yapılıyor.
Bahçelerden geçiyoruz. Daracık yerlere ne bulmuşsa ekmiş adamlar. Patates ağırlık gösteriyor. Sonra sebzeler geliyor. Tohum almak için soğanlar bırakılmış. Gıska için presitler doldurulmuş. Maşallah diyorlar presitlere. Bizde “garık” derler. Lahana, domates, kabak gözüküyor presitlerde. Yeşil bibere hiç rastlamadım sayılır. Salatalık da öyle. Bahçe kenarlarında kaysı ve armut ağaçları var. Elma çoğunlukta. Oysa erik çok az. 5-6 bahçe sonra bir köke rastlanıyor.
Bahçeler iki dağ arasında kaldığından engebeli. Toprak akmasını önlemek için yer yer kademeler yapılmış. Kuru taş duvarlar örülmüş, toprak doldurulmuş.
İlerledik.
Kaysı, elma yiyerek devam ediyoruz yolumuza. Üzümler hiç olmamış. Az ötede Yılmaz Güney’in kaçakçıları konu alan bir filminin çevrildiği terkedilmiş bir köy var. Yeni yerleşme yeri tepede. Bırakılma nedeni toprak kayması. Yıkıntıları gezdik. Bir zamanlar burada da insanlar acıları ile, sevinçleri ile baş başa kalmışlar diye düşündük. Çamaşırlıkları var. Köyün topluca çamaşır yıkadıkları, içinde suyu olan bir oda bu. Ama genişçe ocakları olan bir oda.
Köyün alt yanında bir mezarlık gözüküyor. Hüzün taşan bir görünüm. “Bir zamanlar biz de vardık” der gibiler.

Evlerin alt odaları çoğunluk kayadan oyulmuş. Bana Göreme kiliselerini anımsattı. Köyün adı: Demirtaş.
İlerliyoruz.İlerden beyaz evleriyle İLTAŞ (halkın diliyle İLDEŞ) gözüküyor. Yollar hep keçi yolu. Daracık. Aşağı vadi yeşilce uzanıyor. Ta Ürgüp’e dek. Oradan da daha aşağılara.
İlerledikçe bahçelerde yer yer çalışan erkekler görüyoruz. Bazen bir kadın bir çocuk görülüyor. İşini bitirip köyüne dönen eşek üstündeki insanlar da arada bir selamlaştığımız kişiler oluyor. Çalışanlara selam verip kolay gelsin dileklerimizi iletiyoruz. Arada bir elma koparıyoruz ağaçlardan ağzımızı sulandırmak için.
Biçilen ekinler harman yerine taşınıyor. Köyün harman yeri oldukça kalabalık. Hem insan, hem ekin yığınları, hem de çocuklar kalabalığı. Bize, turistler mi geliyor diye dikkatlice bakıyorlar. Selam verince anlayıp gülümsüyorlar ve karşılık veriyorlar. Köyün içinden geçerek tekrar vadiye, bahçelere karışacağız… Evler hep aynı, köyler düzen olarak hep aynı diye düşünüyorum orta Anadolu’da.
Emrullah Güney İLTAŞ köylülerinin saf ve temiz insanlar olduğunu anlatıyor. Gördüğüm, konuştuğum insanlarda bunu açıkça sezdim.
Çıkıyoruz köyden. Vadiye inerek, oradan birazcık tepeye doğru çıkıyoruz. Önümüzde düz bir alan ve yeniden bahçeler başlıyor. Değişen bir şey yok… Yine patates, yine domates, lahana, kabak ekili yerler ve meyve ağaçları.
Bir köylüye selam veriyoruz. Biçtiği buğdayı toplayıp harman yerine götürecek. Selam verip konuşuyoruz. Yakınlık gösteriyor. Dert yanıyor arkasından. Bu gördüğünüz on presitlik yer 5 kişiye kalacak. İşte böyle böyle bu bahçeler, bu topraklar parçalanıyor. Ben ölünce burası beşe bölünecek. Gayrı gerisini siz düşünün. İyi ki Avrupa çıktı. Yoksa bu köylerde her gün 2-3 cinayet olması işten bile değildi. Hak verdik. Bir de resmini çekip ayrıldık.
Bahçelerde yola devam.Arada bir ilginç bulduğumuz ağaç kütüklerini, ağaç gövdelerini çekiyoruz. Genellikle gövde dokusundan hareket ederek kompozisyona gitmeye çalışıyoruz. Bu arada tohumlanmış bir soğan presitinden bir bölüm çekiyoruz. Amacımız yine yüzey değerlendirmek, dokuya varmak.
Yolumuza devam ediyoruz. Vadinin dibine dek iniyoruz. Çay kurumuş. Yer yer kuyular ve bu kuyulara kurulmuş su motorları görüyoruz. İlerde çalışan bir tanesi var. Varıyoruz. İki kişi oturmuşlar, konuşuyorlar. Selam verip oturuyoruz.
Dertleri çok. Kuyuların ancak iki saat çalışabildiğini söylüyorlar. Sonra dolmasını beklemek gerek. Kuyu açan bir de motor koyunca çevresini de yararlandırıyor. Ama saati elli liradan. Yine de iyi diyorlar.
Biri anlatıyor. Gübrenin karaborsa olduğundan yakınıyor. İsteyen 5-6 ton, hatta 10 ton alıyor. 110 liradan para ödüyor. Biz birkaç torba alamıyoruz. Onlardan 150 liraya karaborsa alıyoruz.
Bir ara İstanbul’a bir kamyon patates götürdüm. Bir odada oturmuş konuşuyoruz. Adamın birine sordum. Ne kadar patates getirdin diye. Hiç az, kıymeti yok dedi, 70 ton. 2 liradan satsa 140 bin lira. Acı acı güldüm dedi.
Emrullah Güney sordu. “Bahçenizde neler ekili?” “Bir eve ne gerekiyorsa hepsi var. Ama hepsi ağız tadımlığı” diye ekliyor adam. Yani emeğini korutmuyor(kurtarmıyor).
Emrullah bey anlatıyor. Yüksek mühendis Yeşilöz köyünden biri ile İstanbul’da konuşurken, anlat hele demiş sizin oralarda ne eker ne biçersiniz? Adam bir yığın şey sayınca öyleyse sizin oralarda geçim çok zor demiş.
“ Öyle ya” dediler. “Arazi geniş olsa tek ürüne emek verilir, kazanç artar. Oysa bir avuç kadar yerde bir eve gereken her şeyi yapmak zorundayız.”
Bunlar Boyalı köyündendi. Vedalaşıp ayrıldık. Yolumuza aynı münval üzere devam ediyoruz… Ağaçlardan elma, kaysı yiyerek.
İlerde bir karı-koca biçilen sapları yüklüyorlar. Genç bir çift. Kolay gelsin deyip varıyoruz. Kadın örtünüyor. Adam terlemiş, alnında buram buram ter var. Boncuk taneleri gibi. Başdere’den gelip böyle yürüyerek Ürgüp’e gideceğimizi duyunca şaşırdı. Öncekiler de şaşırmıştı.
Tuttu bu sıra terkedilmiş köyle ilgili bir efsane anlattı. Orada bir ARPACIZADE YATIRI var. O yüzden oraya hiç dolu düşmez. Anlattı. Oradan geçerken biri “çabuk git, şimdi yağmur gelecek” diye söylemiş. O da aldırmamış. Oysa tepeyi dönünce bir bulut yığını ve arkasından da yağmur bastırmış.
Geçen yıllarda köylüler yatıra bakmamışlar, davar otlatmışlar. İşte o zaman dolu yağmış. Bunun üzerine yeniden onarmış ve bakmışlar. Şimdi dolu yağmıyor oraya. Buralara yağar, oradan gelip geçer. İşte böyle.
Ayrıldık.
Boyalı’nın önünden geçiyoruz. Yine motor homurtusu. Patates suluyorlar. Öğretmen Hayri bey var. Selamlaştık. Yürüyerek gideceğimize O’ da şaştı ve gülümsedi.
Karain köyü bahçeleri içindeyiz. İlerde çayda buğday yıkıyorlar. Yaklaştık selam verdik, selam aldı adam. Çayın suyundan söz ettik. Bu su Karacaören’in dedi. Bizim su yukarda. Ayrıca motorla da sulama yaparız. Bunu daha önce dedelerimiz hal yoluna koymuş. Anlaşmışlar. Yukarda bir su var. Gündüz bizim, gece Karacaören’in. Güzel bir çözüm.

Fotoğraf:Mehmet Erbil-Ürgüp'ten ilginçlikler
Yola devam ediyoruz. Aşağıda çayın tabanını derinleştiren dört Karacaören’li var. Biri genç çocuk sayılır. Selam verdik tatlı tatlı sohbete başladık. Su derdi bunların da baş derdi. Dedelerine dua ediyorlar. Yoksa şimdi bizler Karain’lilerle anlaşamazdık. Çünkü her birimizin karnında seksen tane kurt var. Oysa eskiden köylerimiz iyi anlaşırmış. Bir düğün olsa elli altmış kişi karşılıklı gider gelirmiş. Şimdi bir tek kişi bile yok.
Çalışanlar hem yevmiye alıyorlar, hem de kendi bahçelerine su götürmüş oluyorlar. İşçi bulamıyorlarmış. Çünkü Alamanya herkesi burnu havalı yapmış. Anlatan adam geçen yıl hacı olmuş. Konuşkan. Tam medrese diliyle konuşuyor. Zaten Karacaören de hemen hemen hacca gitmeyen yok.
Yine yola devam. Gelene geçene selam faslı devam ediyor. Toprak kum gibi. Üfürsen uçacak. Köylünün çilesi buralar.
Yürüdük gördük Sivri Taş’ı. Karşıya geçmek gerek. Sıvadık paçaları. Ayakkabıları çıkardık. Çay boyunca yürüdük. Pınar otelin kıyısında çıktık sudan. Yorgunluktan ağrıyan ayaklar dinlendi suda. Ve de; 10 Ağustos 1976 saat: 17.00 de Pınar Otel’de içilen çay daha da dinlendirdi bizi.
Ve böylece hem ilginç, hem de dolu dolu bilgilenmelerle geçen gezi tatlı bir yorgunlukla bitmişti. Ama o insanların zor yaşam koşulları, geçim zorlukları günümüzde de aynen sürüyor.

Mehmet ERBİL




Fotoğraf: Mehmet Erbil Urgüp 1978

14 Nisan '12
ÜRGÜP ve NEVŞEHİR'in TURİZM EFSANESİ NECDET GÜNER



Necdet Güner arabasıyla Göreme'de
 
Anadolu insanının çoğu yaşantısını sürdürürken tekdüzelikten (monotonluk) hoşlanmazlar. Yaşam koşulları içinde didinir dururlar. Önemli olan çevresine ve kendine yararlı olmaktır. İnsan olmanın erdemlerinden biri de budur. Çalışmak ve yararlı olmak. Ürgüp’te 1929 yılında doğan Necdet Güner de böyledir.
Çocukluğunda ele avuca sığmaz, oldukça hareketli bir çocuktur. Aynı zamanda zekidir ve de farklı bir yapısı vardır. Bu yıllarda şakacı özelliği daha bir belirginleşir, arkadaşları arasında kendini bu yönüyle de gösterir. Muziptir, olmadık şeyler planlar, arkadaşlarına çeşitli oyunlar kurar, birlikte hoş vakitler geçirirler. Necdet Güner şakalar ve muziplikler içinde büyür, gelişir, kendini kabul ettirir. Ele avuca sığmayan Necdet Güner, arkadaşları arasında önder olur, öncü olur bu tavırlarıyla.



Necdet Güner'in çok sevdiği iki değer: Atatürk ve Ürgüp
Ancak onun yaşamı kendi ekseni çevresinde dönüp durmaz. Bu ekseni giderek geniş tutmak, Ürgüp’e ve de Ürgüp’ün dışına da yaymak ister. Ürgüp güzeldir. Periler diyarıdır. Her şeyden önce “hayal şehir”dir. “Ürgüp’ün bu niteliği iyi değerlendirilmelidir.” diye düşünür. Kendisi çok iyi bir ustadır. Nerdeyse yapmadığı, tutmadığı, başarmadığı iş yoktur.
Çalışkanlığı ve yaratıcılığı eleman yetiştirmesinde de görülür. Elemanlarını sabırla yoğurur, onları usta yapar. Sınar, dener, onların da sabırlarını ölçer. Çünkü usta dediğin sabırlı olmalıdır. Sabırlı demek, halkın sesine kulak vermek demektir. Sabırlı olmak demek, halkın isteğini, gereksinimini yerine getirmek demektir.
Kısaca sabır esnaf olgunluğudur. Bu olgunluk onlara kazandırılmalıdır ki, kepenk açma gücünü göstersin, üretme gücünü kazansın ve sabır diyerek her sabah dükkanının kepenklerini kaldırıp halkına hizmet versin.
Necdet Güner bu düşüncelerini ve tüm ustalık başarılarını Ürgüp için sergiler. Kısaca yaşamını Ürgüp’e adayarak günlerini dolu dolu geçirir. Oldukça zeki ve çalışkandır. Çok çabuk öğrenir, kavrar, yapar ve üretir. Yaptıklarıyla yetinmez dahasını arar, sürekli atölyesinde yeni bir şeyler yapma çabası içindedir. Halkın neye gereksinimi var? Onu yapmaya çalışır. Arar, didinir, bulur, buluşturur. Ne eder de yapar, giderir o eksikliği.


Necdet Güner kendi buluşu Ürgüp'ün simgesi eşekli kadın figürleri
Ürgüp’ün doğasını, turizm zenginliğini sezmektedir. Ne yapar eder turizm alanına da el atar. Ürgüp’ün ve dolayısıyla Nevşehir bölgesinin gönüllü turizm elçisi olur. 1962’li yıllardan başlayarak çalışmalara girişir. Arabasına yörenin ürünlerini, tanıtıma yarayacak peri bacaları simgelerini yükleyerek tüm Anadolu’yu dolaşır. Yetinmez, arabasına Ürgüp ve peribacaları resimleri ekler. “ÜRGÜP-GÖREME”, “HAYAL ŞEHİR” sloganları yazarak dolaşmayı sürdürür. Göreme’de bir kaya oyuğunda, gelen gezginler için o günlerin var olan meşrubatlarını satar. Bu meşrubatları soğutmak için dağlarda kar depoları yapıp, yaz aylarında bunları getirerek meşrubatları soğutmaya çalışır. Göreme’nin Açıkhava müzesi için çok çalışır, çırpınır durur. İlgililere arka arkaya yazılar yazar ve başarılı olurlar.
O’nun çabaları sonucu turizm hizmetleri hız kazanınca gezginler daha çok gelmeye başladı. Gezginlerin güvenliği ve dolaşım rahatlığı için polis teşkilatının oluşması gerektiğini düşündü ve uğraşarak 5 kadar polisle Ürgüp’te teşkilatın kurulmasını sağladı.
Yine de yetinmez, yaptığı demir korkuluklarla gezginlerin düşmeden Göreme kilise ve evlerini dolaşmalarını sağlar. Çıkılamayacak yerlere demir merdivenler yapar. Bunların çoğu hala durur Göreme’de. Yani Necdet Güner’in, çalışmaları ve ürünleri ile hala hizmeti sürdürmektedir diyebiliriz.
Bu gün otellerde uygulanan gösterileri de ilk Necdet Güner uyguladı ve geleneksel hale gelmesini sağladı. Pınar otelde Ürgüp “NAHIL” geleneğinin, halk oyunlarının gösterileri, O’nun üzerinde titizlikle durduğu etkinliklerdir.
Asıl önemli olan Pınar Otelde musluklardan şarap akıtmaktır. O’nun kıvrak zekası bunu da başardı. İlk kez gezginlere odalarında muslukları açınca şarap içebilme buluşunu uyguladı. Bu buluşla her kes ilgilendi, gazeteler sayfa sayfa yazdı. Odalarda musluklardan şarap içmek için otel dolup taştı. Sonradan bu buluşu, yapılan büyük bir işletmede de kullanıldı.
Böylece:
Ürgüp doğasının uyumu ile Necdet Güner’in yaratıcılığı ve becerisi birleşince ortaya turizm cenneti Ürgüp çıkmış oldu.
Aslında Necdet Güner’i; “DOĞA-İNSAN-KÜLTÜR” içinde de ele almak gerekir. Çünkü bu üçlü Ürgüp turizminin temelidir. Dahası Necdet Güner, Ürgüp turizminin gönüllü mimarıdır, elçisidir.
Necdet Güner; Ürgüp turizminin EFSANESİ’dir.


Necdet Güner ve Ürgüp ayrılmaz ikili
Ve de çalışmalarında aldığı yol, başardığı işler kısa sürede meyvesini vermeye başlar. Bunlar anlatılmakla bitmez. Bu nedenle o günlerin Nevşehir valisi Nüzhet Erman, 14.10.1968 tarihli şeref defterine şöyle yazmıştır:
“Necdet Güner’in takdire değer önderliğinde Ürgüp’ün ve bu arada Nevşehir’in tanıtılmasında büyük görev ifa eden Güner Turizm’in çalışmalarını daima beğenerek izledim.
Ürgüp böyle aydın, çalışkan ve fedakar evlatlara sahip olduğu için iftihar ettiğimiz bir beldemiz haline gelmiştir.
Bundan böyle çalışmalarını uzaktan da olsa ilgi ile takip edeceğim.
Daima sıhhat ve başarılar dilerim.
NEVŞEHİR VALİSİ
NÜZHET ERMAN’takip edeceğim.”



Fotoğraf:Mehmet Erbil- Ürgüp'te Kapılardan biri



Fotoğraf:Mehmet Erbil-Ürgüp Deyince
Evet Necdet Güner gönüllü çalıştı. Kendisine inanan birkaç arkadaşı ile yola koyuldu. Emeğini, kazancını, hatta edindiği servetini bu yolda Ürgüp için harcadı. Çünkü O; “HER ŞEY ÜRGÜP İÇİN” diyor, Ürgüp için çırpınıyordu. Ürgüp’ün ve Göreme’nin tanıtımına çalıştı ve başardı. Bu gün hala “ÜRGÜP-GÖREME” birlikte anılır, söylenir. Bu gün hala gezi gurupları “ÜRGÜP-GÖREME” diye yola çıkarlar.
Necdet Güner’in bilinmesi gereken bir yönü daha vardır. O’nun fotoğrafları incelendiğinde hemen tümünün Ürgüp fotoğrafları olduğu görülür. Ne O’nsuz Ürgüp, ne de Ürgüp’süz Necdet Güner olur. Ürgüp’le özleşen, Ürgüp’le bu denli kaynaşan başka bir kişi yok gibidir. Nerde Necdet Güner, orda Ürgüp var. Ürgüp’süz olmuyor. Ürgüp’süz fotoğraf açmıyor O’nu. O’nun için varsa yoksa bir Ürgüp var. Gerisi boş, gerisi yalan.
Yani ayrılmaz ikili.
Şimdi de beraberler Ürgüp toprağının kucağında ve de sonsuza dek…
Ruhu şad olsun.
Mehmet ERBİL
 
  Bugün 108202 ziyaretçi (193165 klik) kişi burdaydı! SANATLA KALIN-SAĞLIKLA KALIN  
 
isteataturk.com Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol