SANATA GİDEN YOL KİŞİNİN BEYNİ, GÖZÜ VE ELİNDEN GEÇER. Mehmet Erbil
   
  Mehmet ERBİL
  HASANOGLAN-Hasanoglan Koy Enstitusu ve Sonrasi
 
"Bu sayfalarda yer alan yazı, belge ve fotoğraflar 5846 sayılı yasanın güvencesi altındadır. İzinsiz kullanılamaz."




 
HASANOĞLAN
Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve  Sonrası

 

 Hasanoğlan İdris Dağı eteklerinde yer almaktadır. 1997 metre yüksekliğinde olan bu dağın çevresinde verimli otlaklar bulunduğu için ağıllara da ev sahipliği yapmaktadır. Orman kalıntılarının yer aldığı bu yamaçlar son yıllarda ağaçlandırma çalışmalarının yürütülmesine sahne olmuştur. İyi bir koruma yapılırsa kısa sürede ağaçlandırmalardan iyi sonuçlar alınabilecektir. Bir zamanlar Timur’un fillerine iyi bir korunak olan ağaçlar, o günlere göre binde bir de olsa yeniden yeşermeye başlamıştır.

Hasanoğlan mezunu ressam İsmail Çoban'ın yazdığına göre "Idris Dağı 1997 metre yükseklikte olmakla beraber, ( ben dağın en yüksek yerine çıktım) ögrenci Agabeylerimiz, dağın başına 3 metre de tas yığmışlar ve biz de Dağın 2000 metre olduğunu söylerdik. Okulun izci gurubu gezisiydi ve bu gezide de 127 çeşit bitki topladık... İçlerinde hiç tanımadığımız, ilk defa gördüğümüz, çeşitli taş bahçesi çicekleri vardi. Bu dağın yükseltilmesi efsanesi, Köy Enstitüleri günlügünde gecer ama hangi sayfa, yada kimin anisi oldugunu simdi hatirlayamadim... " (23.05.2012)

Köy Enstitüsünde okuyan öğrencilerin, daha yüksekleri keşfetme ve oarada olanlardan bilgiler edinme sevdası ve tutukusu bu örnekte de kendini gösteriyor. Onların gözü Anadolu çiçeklerinde ve Anadolu bitkilerinde idi. Bu nedenle İdris Dağı'nın yüksekliğini  sembolik olarak taş taş üstüne koyarak  3 metra daha yükseltmeleri yetmiyor onlara. Buranın çiçekleri de yetmiyor da, Hasanoğlandan Bolu'ya değin, dağlar, ovalar, vadiler aşıp bölgeyi didik inceleyip raporlar tutuyorlar.

Hasanoğlan öğrencileri bu duyguları ve de bu yurtseverlik anlayışı ile eğitim görüyorlardı.



 
Hasanoğlan Çeşmesi


Hasanoğlan adı, Hasan Dede yatırından dolayıdır derler. 
 
İstasyon yakınlarından başlayarak, dağın eteklerine dek uzanan bağ alanları bu günlerde hiç yok. Hasanoğlan’ın çeşit çeşit üzümleri, bu üzümlerden elde edilen pekmezleri yok artık. Meyve çeşitlerine de bolca rastlamak olası değil. Bağ ve meyve bahçeleri arasında yer alan sayısız kovanlardan elde edilen ballar çok ünlüydü. Öyle ki Hasanoğlan kadınları yaptıkları baklavalara bal şerbeti dökerlerdi. Bağcılık ileriyken şarap üretiminden de söz etmek gerekir. Üretimin bolluğunu, kazılardan çıkan küplerin sayısından anlayabiliriz. Nereye kazma vursanız ya bağ kütüklerine ya da büyükçe küplere ve küp parçalarına rastlarsınız.
   
Köyün kurulu olduğu alan bir höyüktür. Evler yapılırken açılan temel çukurlarından çıkan önceki yaşamlara özgü parçalara sık sık rastlanmış olması bunu kanıtlar.

 


   HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ GİRİŞİ 1942 (Fotoğraf: Mustafa Güneri)

 
Anadolu’da savaşlar sonrası tam anlamıyla bir yıkım vardı. Ülkemizde halkın geleceğine yön verecek, onu aydınlatacak, ilerletecek, yaşatacak öğretmen, mühendis, mimar, doktor, eczacı, hukukçu, sanatçı gibi meslek sahipleri ve yüksek okul mezunları hiç yoktu denebilir. Öyle ki, binalarını yapacak duvarcı, marangoz, demirci yoktu. Hayvanlar için nalbant yoktu. Ayaklarına ayakkabı yapacak ayakkabıcı da yoktu. Bu mesleklerin çoğu azınlıkların elindeydi. Ne hastane, ne okul, ne liman, ne yol ne de fabrika vardı. Üstüne üstlük Türk Ulusu çok yorgun ve her şeyden önemlisi de çok yoksuldu. Ülke her yönüyle yokluk içindeydi. Ama bilinen bir şey vardı:
 
Kurtuluş Savaşını başarıyla gerçekleştiren bu halkın gücü…
 
Atatürk bu gücü ve bu gerçeği görmüştü. Atılımlar yapılmalı, yokluklar ve yoksulluklar, bu güçten yararlanarak bir bir ortadan kaldırılmalıydı.
  
Köy Enstitülerinin kuruluşu, 2. dünya savaşının yarattığı yokluk dönemlerine denk gelir. O yıllarda yokluktan var olmak nasıl olurmuş, örneklik edilerek dünya uluslarına gösterildi. Kendi üretimini yapan, kendi kendine yeten bir sistem oluşturulup geliştirildi. Elbet de kolay olmadı.

Kurtuluş savaşından hemen sonra, Anadolu’nun “makus talihi”yle, hastalıklarıyla da baş edilmesi gerekiyordu. Atatürk ve arkadaşları inandılar, bu inançla çalışmalarını sürdürdüler. Köy Enstitüleri'nin kurucuları da öyle yaptı. Atatürk ve arkadaşlarının yaptığı gibi; ulusa inanmak, ulusa güvenmek ilkesiyle çıktılar yola…

 Bu çıkış Ulusal Kurtuluş Savaşı gibi, hatta ondan daha önemli sayıldı ve eğitim savaşı için kollar sıvandı, karşı duruldu karanlıklara. Toprağa su verildi, tohumlar atıldı, aydınlıklar yüklendi genç kafalara… Her şeyden önce cumhuriyet devrimlerine koşut ilerlemelere girişildi. Kısa sürede inanılmaz yollar alındı, inanılmaz engeller aşıldı, inanılmaz başarılar gerçekleştirildi. 10 yıl gibi kısa bir sürede kimilerini ve kimi ülkeleri korkutacak düzeye eriştiler.

İlk kafile olarak Hasanoğlan'a geldiklerinde, Kepirtepeli öğrenci Recep Bulut’un; “… Her taraf çırılçıplak, sessiz ve bomboştu.” (Tonguç,E.2009, s.296) dediği bu alan başta onların çabaları olmak üzere, diğer köy enstitülülerinin katkılarıyla çağdaş bir köye ve bir ormanlık alana dönüşecekti. Öyle de oldu. “Çorak bir yeri yemyeşil etmek, bir bataklığı kurutmak, susuz yere su getirmek, köy enstitülerinde ahlak eğitiminin ta kendisi oluyor, vatan sevgisi, insan sevgisi, bilim sevgisi bu işler içinde kendiliğinden kazanılıyordu.” (S. Eyuboğlu 1973, s.246)
 
Anadolu’nun çorak toprakları suya kavuşacak, suyla doyan toprak yeşerecekti. Bataklıklar kurutulup ağaçlarla süslenecekti, her tarafta üretim olacak, verim artacaktı. Dağlarda ovalarda çalışan insanlar bilgiyle, teknolojiyle üretimi artıracak, Ege bölgesi halkının söylediği gibi; Anadolu’nun “dağlarından yağ, ovalarından bal” akacaktı. Ziraat işlerinde öğrenilen bilgilerle Anadolu köylüsü aydınlanacak, örnek alacağı öğretmenlerden çok şeyler öğreneceklerdi. Dağlarda kırlarda açan çiçekler boşa açmayacak, arıcılık çalışmaları yoğunlaşarak bala dönüşeceklerdi. Bölgesel özelliklere göre donanımlı yetişen köy enstitülü öğretmenler, kocaman aydınlıklarını yayarak köylümüze yol gösterecekti.


HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ
         UYGULAMA OKULU




Öğrencilerin Uygulama Okulu bahçesinde hazırlık çalışmaları
 
Köy Enstitülerinde yetişecek köy öğretmenlerinin uygulama yapacağı bir okul gerekiyordu. Öyle ki bu okulda uygulama yapacak öğrenciler, köye öğretmen olduklarında hiç yabancılık çekmeden buradaki uygulamalarına benzer bir yapıyla karşılaşacaklardı. O günlerde eğitim veren okullar, köy enstitüsünden gelen öğretmenler için yeterli değildi. Bu öğretmenlerin görevlerini sürdürürken okulda kazandıkları deneyimleri sürdürmeleri gerekiyordu. İşlik, bahçe ve tarım işletmeleri gibi olanaklar yoktu. Köy okulları öyle bir planlama ile yapılmalı ki, çevre koşularına yanıt verecek, öğretmen, okulunda öğrendiklerini yabancılık çekmeden burada yapabilecek, iş ve gereçlerle çevresine, köyüne yararlı olabilecekti. İsmail Hakkı Tonguç’a göre; “ İşliği, ahırı ve kümesi, kuş tünekleri, koşum ve sağım hayvanları, tarım işlerini uygulamaya ve bu alanda deneyler yapmaya elverişli tarlası, meyve ve sebze bahçeleri, yerine göre bağı, gül bahçesi, tütün veya mısır tarlası, koruluğu samanlığı, ambarı, çayırı veya yoncalığı, tarım araçları, kooperatifi, kısacası İŞLETMESİ olmayan; öğretmeni, bu okul işletmesini yönetemeyecek durumda olan köy okulu eskimiş, eğitsel değeri kalmayan okuldur.” (ÖZKUCUR 1990, s. 271) Çocuğun eğitimi için uygulama okulları birer araştırma, deneme ve uygulama yeri olacaktı. Eğitimle ilgili bulgular saptanacak, yörelere ve çocukların gelişimlerine göre uygulamalar yapılacaktı. Denebilir ki, “uygulama okulu bir enstitünün kalbi, beyni gibidir; oradaki çalışmalar durdu mu enstitü ölmüş demektir.” (TONGUÇ 2009,s.542) Uygulama okullarının deneme ve öğretmenliği öğrenme yeri olması düşünülürse, öğretmen adaylarının burada öğretmenlik bilgilerini pekiştirmelerinin anlamı daha iyi anlaşılmış olur. “Bu nedenle ilki Hasanoğlan’da olmak üzere, örnek bir “Uygulama Okulu İşletme projesi”ne girişildi. Bu nedenle yüksek kısım öğrencilerine uygulama okulu işletmesi ile ilgili proje hazırlama ödevleri verildi. Araştırmalar, çizimler yapıldı. Ancak Tonguç, bunları yeterli bulmadı. Çağdaş ve bölge özelliklerine göre oluşturulmuş çizimler arıyordu ve 5 yıllık bir dönemi kapsayacak şekilde planlanması gerektiğini vurguluyordu. Her çalışma için eleştirilerle yönlendirmeler yaptı. Sonunda okulun bahçe ve tarım alanları, kümesi, binek hayvanı barınağı ile planlanmış bir kaç projeyi aldı. Belli ki bu örnekler, uygulama okullarının işletmeleri için örnek alınacaklardı.  
 
Sonradan Yüksek Mimar Asım Mutlu’nun planını çizdiği Uygulama Okulu’nun yapımı için yüksek kısım öğrencileri ve “Çifteler Köy Enstitüsü ekibiyle birlikte 40 İlköğretim Müfettişi de çalıştı.” (ÖZKUCUR 1990, s. 269) İlköğretim müfettişleri köy okullarının yapımında dikkat edecekleri teknik bilgileri burada uygulamalı olarak öğrenmiş oldular. Okulun yeri Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün kuzeybatısında, köye yakın bir konumdadır. Bozkır ve kıraç olan bu yer, on bir dekar kadardır.

“Hasanoğlan’daki uygulama okulunun yanına bir de çocuk bahçesi yapılmıştı.”
Uygulama okuluna eğitmenli köy okullarının 3. sınıfını bitirmiş çocuklarla Hasanoğlan Köyü’nden çocuklar ve okul öğretmenlerinin çocukları alındı. Okulun Başöğretmenliğine Köy Enstitüsü’nün ilk çıkışlılarından Hasanoğlan’lı Hacı Karaca(') getirildi. Hasanoğlan Köy Enstitüsü Uygulama Okulu, Yüksek Köy Enstitüsü’nün de burada bulunması nedeniyle deney okulu işlevi de görecekti.”(TONGUÇ 2009,s.458) Bu okul uzun yıllar bu binada hizmet verdi. Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra öğrenci sayısı da artınca okulun revirine bitişik olan binadan ek derslikler eklendi. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramları burada kutlandı, uzun yıllar eğitim burada sürdürüldü. 1980’li  yıllardan sonra tren yoluna yakın alanda Öğretmenler İlkokulu adıyla hizmet vermeye devam edildi. Sonra da okulun adı Öğretmenler İlköğretim Okulu oldu.
 
Başöğretmen Hacı Küçükkaraca’yı Nevşehir’e atandığım 1970’li yıllarda tanıdım. Hakkında duyduklarım, diğer Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin yaşadıkları ile aynıydı. Sürekli üstüne gidiliyor, tedirgin ediliyordu. O yıllarda Nevşehir’den alınmış Gülşehir kasabasına verilmişti.
 
O günlerle ilgili yayınlanmamış bir yazıda; “Nevşehir Lisesi’nde öğrenci iken en çok etkilendiği kişi Felsefe, Mantık, Psikoloji, Sosyoloji öğretmeni Hacı Küçükkaraca oldu. Hacı Bey sevgi dolu bir insandı. Kitaplara bağlı kalmazdı. Öğrenci emperyalizm, tutumsal ve ekinsel bağımsızlık, Kemalizm sözlerini ilk kez O’ndan duymuştur. Ve ödevler verirdi; çevreyi tanıması için öğrencinin. “ Ailenizde geçen olaylar, öyküler, atasözleri, deyimler, sözler, sözcükler… Bunları derleyin, toparlayın; getirin derslikte konuşalım, üzerinde duralım, eleştirelim,” derdi. Diyebiliriz ki, öğrenci Hacı Bey’in verdiği bu ödeve değin, ailesinde bir İstiklal Harbi gazisi varsa bile, onu dinleyip, anlattıklarını yazıya dökme gereğini duymamıştı. Fakat bu “ödevler” bir başlangıç oldu. Köylerin ilginç yöre adları, köy-kır yaşamında geçen dramatik, trajik, komik olaylar… Her şey yazılmaya değerdi.” (GÜNEY 2011,01.01.2011) Yazar başka bir anısını da şöyle anlatmaktadır:
 
Hasanoğlan denilince benim aklıma hep Öğretmenim Hacı Küçükkaraca gelir. Nevşehir Lisesi'nde 1961-64 arasında felsefe,mantık,sosyoloji,psikoloji öğretmenimizdi. Kitaplara bağlı kalmazdı. Sınavlar özgür ortamda yapılırdı. İsteyen derslik içinde gezer dolaşırdı. Alışılmadık bir öğretmendi. Tam bağımsızlık, sömürgecilik, Kemalizm terimlerini biz ondan öğrendik. Çok da eleştirilirdi. Fakat, bir kuşak üzerinde etkisi büyük oldu. Rahmetle anıyoruz. “(GÜNEY 2011, 25.01.2011))
 
 Bu yazı öğretmen Hacı Küçükkaraca’nın, öğrenciyi yönlendirme başarısının, öğretmenlik gücünün bir anlatımıydı. Çünkü onlar dopdolu yetiştiler, öğrendiler, bilgilerle donandılar. Okudular, araştırdılar, buldular. Bulduklarını arkadaşlarıyla, çevreyle paylaştılar.
 
Yıllar sonra Hasanoğlan’a atanmamla birlikte, orada yaşamını sürdüren Hacı Küçükkaraca’nın anlatımlarından yararlanma fırsatları bulmuştum. Örneğin, kuruluş yıllarının çadırlı yaşamından anlattığı bir kesit beynime kazınmış gibidir. O günlerde çadırlarda barınılır, ders yapılır, çadırlarda hasta bakımı ve çadırlarda banyo yapılırdı. Öğrenci çadırın birinde banyo yapar, diğerine geçer dinlenirdi. Ancak bu dinlenme sırasında boş durmaz yanındaki kitabı okumayı sürdürürdü. Bina yapımları sürerken, dinlenme sırasında cebinden kitabını çıkarır okurdu. Kitap onlar için ekmek kadar kutsaldı. İşte onlar böyle yaratıcı oldu, işte onlar böyle aydınlık düşüncelerle donandı. Sonrasında çoğu yazar oldu, şair oldu. Kitaplar yazdılar, sanatçı oldular. Türk halkına ışık dağıttılar.
 
(') Başöğretmen Hacı Küçükkaraca ile ilgili belge ve fotoğraflara ulaşamadım. 
 
  
             HASANOĞLAN BULUNTULARI VE
             100. YIL ATATÜRK MÜZESİ



Hasanoğan'a atandığım 1973-1974 öğretim yılında aklıma ilk gelen şey Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ndeki HASANOĞLAN HEYKELCİĞİ  oldu.  Hasanoğlan çevresinde bulunmuş, elektron ve altından oluşmuş bir heykelcikti. 


 Hasanoğlan Heykelciği


M.Ö 2100-2000 yıllarına aittir. Hitit Sanatının güzel bir örneği olan bu buluntu, bir rastlantı sonucu kayalar arasında bulunmuştur.  Mezar hediyesi olarak düşünülüp yapılmış olan heykelcik, baş, göğüs, gövdedeki kemer ve ayaklarındaki halhallar altından yapılmıştır. Baş kısmın arkasında desenler vardır ve bu desenler testilerde kullanılan desenlerle benzerlik göstermektedir.

Anadolu Medeniyetleri Müzesinin  bu küçük ama çok değerli buluntusu aklıma; Hasanoğlan'ın eğitimdeki değeri anlatılmakla bitirilemez  ve de Türk Milli Eğitimine damgasını vurmuş niteliğini getirdi. Dışardan algılanan böyleydi. Bir de içine girince, yapılara, yapılanlara bir bir tanık olunca, bir EĞİTİM TARİHİ SELİ  içinde olduğumu gördüm. Yeşilliklerle donanmış, çam ağaçları arasında ağır ve makur duruşlu binalar, saygılı, titiz, düzenli davranışlar sergileyen öğrenciler " Anlatılmaz, görülmesi gerek" derler ya, aynen öyleydi.  Bir EĞİTİM MÜZESİ içine girmiş gibiydim. Bu müze; Türk Eğitim tarihine damga vurmuş, o damga giderek dünya eğitim tarihinde de şerefli yerini almıştı. Bu şerefin içinde yer almayanlar düşünsün.
 

                          YAZILI SÜTUNLAR (Miliaria)
Yol boyunca biraz ilerleyince, yolun iki yanına yerleştirilmiş iki sütün karşılar sizi.  Roma çağı "yol göstericileri" olduğu söylenir.Esas yerinin neresi ve nereden buraya getirildiğini bilmiyoruz. Yol kenarına dikilen yazılı taşlar,  kilometre taşıdırlar. Silindir biçimindeki bu taşlarda; dikildiği yerle bir sonraki yerleşim merkezinin adı ve uzaklığı belirtilmek zorundadır.





Yol Gösterici Sütunlardan Biri

Bu yazılı sütunlar bulunduğu yere dikilirken bir kısmı toprağa gömülürdü. Uzunlukları 1.80 m ile 3.00 m arasında değişirdi. Okulda bulunan bu sütunlardan başka iki adet sütun daha vardır, onlar da köyün camisinde, avluda yerlerini almışlardır.




Köy Çeşmesi ve sütünlar

Köy çeşmesinin yapımında kullanılan taşların, Lalahan kalıntılarından getirildiği söylenmektedir. 
 Köyün içinde bulunan diğer çeşmelerden birinde de yine nereden getirildiği bilinmeyen, Roma Mezar Lahidlerinden bir parça kullanılmıştır. Çevrede ele geçen bu tür arkeolojik buluntuların böyle bir yolla değerlendirilmesi ne denli doğrudur? tartışılr. Ancak böyle yapılmasaydı, bu parçalar da ufalanmış ve temel taşları olarak kullanılıp, yok edilmiş olacaktı. Başka ne diyelim.



Roma Lahdinden oluşturulan Köy Çeşmesi


                      HİTİT KABARTMASI

Hasanoğlan deresi içinde, kaya üzerindeki bu rölyef önceleri dere yatağından çok yukarılardaydı. Zamanla dere yatağını suyla taşınan kumlar doldurdukça aynı seviyede kalmıştır. Öğretmen Durmuş Uz,  "Biz çocukluğumuzda buraya geldiğimizde ancak zıplarsak elimizle ulaşabileceğimiz bir yükseklikteydi." diye anlatırdı. Şimdilerde bu kabartmayı görmek olası değil. Çünkü çevresinde yer alan taş ocakları bu eseri ya parçaladılar ya da taş kırıntıları arasına gömdüler. İlgililerin, çevre yetkililerinin bu sorumsuzluğa bir çare bulmaları gereklidir, hatta zorunludur.




Hasanoğlan halkının "Gavur Suvatı" dediği Hitit Kabartması- Bu kabartma şimdilerde taş ve moloz yığıntıları altında kaldı ya da parçalandı, bilemiyorum, aradığımda bulamadım. Elmadağ kaymakamlık makamının bu olaya el koyması gerekir. Eğer kültüre ve geçmiş değerlerimize biraz sahip çıkıyorsak...


Bu değerler salt parasal ölçüler içine sığdırılamayacak denli değerde ve pahadadır.  Geçmişin belgeleri, geleceğin kültürel servetidir.  Bu kalıcı değerleri yok etmek;  Anadolu'da yaşayan insanları ve kültürlerini yok etmektir. Kısaca  çevre buluntularına sahip çıkmamak, korumamak; geçmişimize sahip çıkmamak  ve de  onu yok saymaktır. Bugün Hititlerden söz edebiliyorsak, onların bize bıraktıkları yapıtlar sayesindedir. Çünkü "Uluslar, ölmemek için yaratırlar." (1) Bir Ulusu öldürmek, yok etmek istiyorsanız, önce yaratıcılığını ortadan kaldırın, üretemeyen yok olur, üretemeyen büyüyemez... Büyüyemeyen de ölür. Öyleyse üretmek ve üretilenlere sahip çıkmak en büyük görevimizdir.

 Türkiye'nin göz bebeği Köy Enstitüleri bu nedenle kapattırıldı. Bu enstitüler üreten, verimli insan yetiştiren  eğitim kurumlarıydı. Tüketen değil; üreten, yapan, yokluğa direnen, bilgisizliği yok eden kurumlardı. Dayanamadılar, aydınlığa koşanlara tahammül edemediler ve yok ettiler. Yok edilen, aslında;  eğitim sistemimizdi. O sistem gitti, eğitim sistemimiz bitti...

Halen tartışıyoruz, halen eğitimin çökmüşlüğünden dert yanıyoruz... Bitmez ki dert yanışlar, üretici, yaratıcı bir anlayış olmadıkça; çözülmez ki aksaklıklar. Ondan al, bundan yararlan değil, kendinde ara sistemi... Kurtuluş yolu budur...  


(1) Bu söz Fransız Düşünürü Malraux'a aittir.

                  
                 MÜZE KURULUŞ KARARI


                Okulumuzun müzik dersliğinde Kuruluş çalışmalarını belgeleyen fotoğraflar salon duvarı boyunca sergilenmekteydi. Bir müzeyi andırır görüntülerle karşı karşıya olurdu izleyenler. Her öğrenci yıllarca ve de hayranlıkla izledi bu fotoğrafları. Fotoğraflarda "mg" rumuzu kullanılmıştı. Önceleri kim olduğunu anlayamamıştım. Ancak bu fotoğraflar Mustafa Güneri'ye aitti. Mustafa Güneri, ilk müdür vekili ve sanat başı olarak göreve başlamıştı. İlk Çivi'den başlayıp, kuruluş öyküsünü belgelediği Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nün fotoğraflarla tarihini de yazmıştı. Şimdilerde her dergide, her kitapta, her gazete haberinde ya da TV'lerde çoğunlukla bu fotoğraflar izlettirilir.  



Müzik Dersliği Girişi 1981- Bu kapı girişinden sonra yarım ay şeklindeki salonda kapı arkasında görüldüğü gibi Mustafa Güneri fotoğrafları yer alıyordu.





Müzik dersliğinin şimdiki içler burkan durumu...



                Hafızamda oluşan bu birikim, yıllarca Mustafa Güneri için birşeyler yapmak gereğini düşündürürdü bana... Ne var ki, müzik salonu  mimari yapısıyla,  ses geçirmez çalgı odalarıyla dokunulmazlığı olan bir yapı algısı verirdi. Doğruydu da. Çünkü özenle hazırlanmış, piyanolar, kemanlarla ve de mandolinlerle dopdolu odalar dolar taşardı. Ses ve görüntü iç içe sarıp sarmalardı bu binaya girenleri. İşte böyle bir mekanda yer almıştı Mustafa Güneri fotoğrafları. Tarih kokan, eğitim-öğretim sistemini yansıtan bu belgeler büyülerdi herkesi.

                  Bu nedenle Mustafa Güneri'ye olan saygı ve minnet duygum her geçen gün daha da artardı. Oluşan bu müzenin esas kurucusu MUSTAFA GÜNERİ'dir.  Ne var ki, bunun yerine  o günkü okul müdürü, müzeye  kurucu olarak kendi adını verdi. Değerlendirmek sizlere düşüyor.  
 
                    Fotoğrafların dışında, okulun çeşitli salon ve odalarında yer alan sanatçı tabloları da vardı.  Hep düşünürdüm, bunlar toplanmalı, bir araya getirilmeliydi.  İşte o günlerde zümre öğretmenleri arkadaşlarımla bir müze oluşturulması kararı aldık. Müzeyi oluşturma görevi bana verildi. Tarih 31.10.1978 idi. Müze oluşturma süreci böyle başladı.Müze oluşturma çalışmalarına bu tarihten sonra hız verdim. O günlerde yer olarak düşünülen bina, yol kenarına yakındı  ve bina olarak da iş atelyesi olarak kullanılan bir yer olduğu için küçüklüğü nedeniyle yeterli değildi. 
 
                     Çalışmalar sürerken müzeye konacak yapıtlar da toplanmış bir araya getirilmişti.  Tam o günlerde; önceleri kızlar yatakhanesi olarak kullanılmış olan binada yer alan kütüphane derslik binasına taşınmıştı. Yıl 1981,okul yönetimi; çalışmalarını sürdürdüğüm  müzenin bu binada kurulmasını uygun bulmuş ve müze oluşturulmuştu.

                      Müze binası iki katlı ve bodrumu olan bir yapıydı. Bodrumda depolar, zemin katta Dil Dersliği, Fotoğraf Atelyesi vardı.  Üst kata çıkan merdiven kenarlarında bulunan küçük sekilere çevrede bulunmuş arkeolojik değeri olan buluntular kondu. Hemen merdiven başında sağ bölüme iki parçalı atlı figür rölyefi yerleştirildi. Bu rölyef Sabahattin Eyuboğlu'nun sözünü ettiği "bir vagon dolusu heykel ve frizler"den olmalıydı. Ayrıca Eros rölyefi bu mekanlarda yerlerini aldılar. Merdiven çıkışı tam karşı duvarda büyük boyutlu Atatürk Portrem yer aldı. Yan tarafında yer alan alçı işler öğrencilerime ait alçı döküm rölyef çalışmaları idi.
 


Bu çalışmam izleyenlerce görüntülenerek internet ortamında çokca paylaşılmıştır.



Solda Hitit Aslanı
İlk Yönetim binası Okul Müdürü odası girişinde yer almaktadır. Ön kısım bir zamanlar Öğretmenler Lokali Bahçesi olarak kullanılıyordu.
Bu aslan kabartması  yerinde bulunmamaktadır.



Sunak-Köyden Belediye araçları ile getirdiğim bu buluntu tarafımdan buraya yerleştirilmiştir.





Aslan biçimli yontu-Müze oluşumundan önce resim atelyemde.





Okul Tören Alanında Halk Oyunları Ekibi 1978- Atatürk Heykeli 1970'li yıllardan önce okulda resim öğretmenliği yapmış olan Cafer Özcan'a aittir.
Fotoğrafta sağdan ikinci öğrencimiz Dr. Meryem Doğan'dır.




                 NELER DEDİLER

              O güzel tarih kokan eserleri; o hale getirenler utansın...
                                                               31 Mayıs 2010
                                                                Orhan Cengiz

              Evet 5 yıl önce eşim ve çocuklarımla gittim, sinema salonu ve müzik salonunu bu halde görünce çok üzüldüm. Keşke görmeseydim de belleğimde eskisi gibi kalsaydı hocam.

                                                                 31 Mayıs 2010
                                                                   Murat İçtüzer

               İçim acıdı, gözlerim doldu. Bu kadar insanın anılarını dolduran, daha önemlisi kaliteli eğitim veren bir mekan böyle harebe olmamalıydı. Uyanın ilgililer, iş işten geçmeden uyanın.

                                                                    31 Mayıs 2010
                                                                       Jale Duva


              Öğretmenim merhabalar, yıllar sonra buradan da olsa sizi görebilmek beni inanın çok mutlu etti. Ben Ankara^da ...... .... ..... Müdürlüğünde çalışıyorum. Televizyon programları üretiyoruz. Kameramanlık ve yönetmenlik yaptım. Başarılı olduğuma inanıyorum. Çünkü görsel dünyamızdaki estetik temellerimizi sizin biçimlendirdiğinizi iyi biliyorum. Bizlere sanatı tanıttınız, uygulattınız, örnek oldunuz.
                Öğretmenim, kurumumuzda bir müze kurulması için görevlendirilmiştim. Hemen aklıma sizin kurduğunuz Atatürk Müzesi geldi. Sizin çalışmalarınızı seyrek de olsa izleme olanağı bulmuştum. Sizin öğrencinizdim. Kendime güvenmelydim. Yaptım. Emekleriniz için sağolun. Selam ve sevgilerimle ellerinizden öpüyorum.
                                                    Alpaslan Turan
                                             (Facebook 02.06.2010) 

Değerli Hocamız,
 
Atatürk İlköğretmen Okulun´a 1960 yılında, ikinci sınıfdan başladım ve 5 yıl okudum. 65 de mezun oldum. 1968 dede Türkiye´yi zorunlu terkettim. 43 yıldır da Almanya´da yaşıyorum.
 
Hayatımın en güzel beş yılını orada geçirdim ve Hasanoğlan´nın okadar güzel anıları varki anlatmakla bitmez.
 
Geçenlerde, Güney Afrika dan bir mektup geldi ve Hasanoğlan sayfasına bakarken benim adresimi bulmuşlar… Bende de bir ilgi uyandı ve bakarken oradan, bende sizin sayfanıza ulaşdım.
 
Bir sanatçı gözüyle bakmış ve gerçekten kısa notlarla ama, bilimsel yazmışsınız. Aslında Hasanoğlan köyünden, İdris dağına çıkarken, sol tarafda, dere kenarında ki, mermer kayalıklarda o kadar Roma kalıntıları vardı ki, burada olsa sade ondan birkaç müze doldururlardı. Malesef ora şimdi taşocağı. Tabi bazı şeyleri artık orada bulabileceğimize inanmıyorum. Size azınıda olsa Sanat Tarihi´ne girecek şekilde yazılı döküman haline koyduğunuz için teşekkür etmek istedim.
 
Son defa 2009 da Hitit Üniversitesi-Çorum´a davetliydim oradan geçerken okulada sade 15 dakika uğradım. İnanın içim kann ağladı ve fazla dayanamadım arabaya bindim ve kaçtım. Okul bizim ağabeyilerimizden aldığımız ve geriye kardeşlerimize tertemiz biraktığımız okul değil. Okul´a sanki bir harami sürüsü gelmiş ve harabe etmişler…
 
Ankara´ya aslında yakında gelmem lazım ama seçimlerden önce olmayacak galiba.
 
Himmet Bey le (belki tanırsınız) bazen telefonlaşıyoruz, Cafer Özcan´la ilişkilerimi 1972 yılından bu yana kestim. Neriman ve Nevzat Akoral´la beraber bu sayın hocalarımız okuduğum yıllarda resim hocamdı.
 
Ankara´ya geldiğimde size haber vereceğim görüşürsek çok sevinirim. Çalışmalarınız çok hoşuma gitti size işlerinizde başarılar dilerim.
Candan selamlarımla,
 
İsmail çoban

Sayin Hocamiz, biz Hasanoglan´da büyüdük, cocuklugumuzu orada biraktik ilk defa orada karnimiz doyana kadar yemek yedik, orada hayatin en güzel taraflarini ögrendik, onun icin o anilar bellegimize öyle kazinmiski unutmak mümkün degil. Selamlarimla.

Ismail Coban 24.05.2012


                                                         (sürecek)



İlk Barınaklar 15.07.1941(Fotoğraf:Mustafa Güneri)

HASANOĞLAN'DA YARATICI EĞİTİM VE KİMİ KARŞI DURUŞLAR - I

                                                                         MEHMET ERBİL

KURULUŞ

Yaratıcı eğitim sürecinin ilk kıvılcımları 17 Şubat-04 Mart 1923 yılında, I. İzmir İktisat Kongresinde kendini gösterir. Bu kongre sonucu liberal ekonomi modeli kapsamında faydalı eğitim düşüncesi oluşmuştur. Bu oluşum 1926 yılında Milli eğitim Bakanı Mustafa Necati tarafından ilk adımın atılmasına neden oldu ver Köy muallim mektepleri açıldı. 1936 yılında da deneme ağırlıklı açılan köy enstitüleri 17 Nisan 1940 yılında yasallaştırıldı. Böylece de eğitimde reform hareketi başladı. Saffet Arıkan'dan sonra Milli eğitim Bakanlığına 1938-46 yıllarında Hasan Ali Yücel gelmişti. 1941 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü kuruldu. Henüz öğrencileri yoktu. O yıllarda siyasi nedenlerle  Kepirtepe Köy Enstitüsünün  Anadolu'ya taşınması zorunluluğu vardı. Ancak Anadolu'da onlar için henüz hazır bina yoktu. Enstitü için seçilen Hasanoğlan köyü halkı     araç ve gereçler için depo, öğrenci ve öğretmenler için yer sağlama sözü verdi. Böylece Kepirtepe öğrencilerinin ilk kafilesi 18.04.1941 yılında  Hasanoğlan'a geldi. İlk barınma yerleri Hasanoğlan camisiydi. Arka arkaya beş kafile köye gelmiş oldu. Köyün şırahanesi mutfak olarak kullanıldı. Kuruluş öyküsü oldukça ders alınacak yönler taşır. Henüz okul binası yoktur.  Okula ilk gelen öğrenciler, köyde kurulan çadırlarda ve köy camisinde barıdılar. Çadırlarda banyo yaptılar, çadırlarda kitap okudular, çamaşırlarını meydanlarda yıkadılar. 22 si kız, 266 tanesi de erkek öğrenciydi.







İlk Çamaşırhane 1941(Fotoğraf: Mustafa Güneri)


Hasanoğlan Köy Enstitüsü merkeze yakın olması nedeniyle diğer enstitülerden daha büyük planlanmıştı. Açılan proje yarışmasını yüksek mimar Kemal Ahmet Aru, Orhan Safa ve Adnan Kuruyazıcı'nın ortak projeleri kazanmıştı.

Planlamada her köy enstitüsünden 10 eğitmen, 20 öğrenci ve 2 öğretmen görevlendirilecekti. Öyle de oldu. 

Binalar oluşmadan önce öğrenciler bir yandan bina yerleri için hazırlık yaparken bir yandan da buldukları ağaç gölgelerinde ders yapmaya çalışıyorlardı.






Pazarören ekibi ilk kazmayı vuruyor. 10.07.1941(Fotoğraf:Mustafa Güneri)



O günlerden bugüne Veli Doğanay öğretmen (14.06.2011)


İlk ekip olarak Pazarören(Kayseri), Cılavuz(Kars), Akpınar(Ladik) Köy Enstitüsü öğrencileri geldiler. Hasanoğlan Köy Enstitüsü için ilk kazma 10.07.1941 de vuruldu.

Ülkenin isimsiz mimarları, 20 günde birer bina yaparak teslim edip gittiler. Bir yarıştır başlamıştı. Geceleri bile çalışan gruplar vardı. Amaçları aldıkları işi bir an önce bitirmekti. Çünkü deniz seviyesinden 1200 metre yükseklik, inşaat mevsimini kısa tutmak zorunda bırakıyordu. Ayrıca 20 ye yakın binanın yapılması gerekiyordu. İşini bitiren ilk grup 10.08.1941 tarihinde Hasanoğlan'dan ayrıldı. Armağanları bakanlıkça onlara verilen bir yurt gezisiydi. Bunlar ülkenin ilk inşaat ekipleriydi... Bunlar ülkenin ilk mimarlarıydı, ülkenin ilk yaratıcı ve de üretken eğitimcileriydi.

Bakanlıkça verilen bu armağan sonradan kendiliğinden oluşan bir geleneğin de ilk habercisiydi. Daha sonraları öğrenciler diğer öğretmen okullarını gezmeyi sürdürdüler, çevreyi tanıdılar, incelediler. Gelen okulları o okulun öğrencileri ağırladılar. Geceleri oyunlar oynandı, gösteriler yapıldı. Her okul sergilerdi hünerlerini. Kültür kaynaşması, kültür yakınlaşması oluştu, farklı bölge insanları kaynaştı, tanıştı.

İkinci ekipte yer alan GÖLKÖY Köy Enstitüsü'nün yaptığı binanın plaketi. Plaket sağlam, yerinde durmaktadır. Ancak bina yakılmış, çatısı yok olmuştur. Gölköy'lülerden özür dilesek bizleri affederler mi acaba? Yetkililer sadece yetkili olarak yerlerinde durup bakmakla yetiniyorlar. Onların alın terlerinde boğulmak üzereyiz...

İkinci ekip Gölköy(Kastamonu), Akçadağ(Malatya), Düziçi(Adana), üçüncü ekip Beşikdüzü(Trabzon), Gönen(İsparta), Aksu(Antalya) ve Çifteler(Eskişehir). Dördüncü ekip Savaştepe(Balıkesir), Kızılçullu(İzmir) ve Arifiye(Adapazarı).Bu ekipler 21 bina oluşturdular. Elektrik tesisatları yapıldı, köydeki kaynaktan su getirildi. Görüldü ki bu öğrenciler bu sürede orta büyüklükte bir köyü kısa sürede oluşturabileceklerdi. Kapatılmayıp fırsat verilseydi; bu öğrenciler daha nice çağdaş kentler de kurabileceklerdi. Bu hızdan, bu güçten, bu donanımdan korktular ve kapattılar.

İşte o öğrenciler,işte onlar toprağı kazdılar, taşı yonttular, biçimlendirdiler. Aslında biçimlendirilen taş değildi. Eğitimdi şekillendirilen, biçimlendirilen eğitim düşüncesiydi, kafalardı. Geleceği hazırlayacak, geleceği sağlam temellere oturtacak ülkemiz insanlarıydı. Yoğruldular, omuz omuza verdiler, yapıtları sağlamlaştırdılar. Bunlardan biri de Turgut Kavraal'dır. Bunu Mustafa Güneri fotoğraflayarak ölümsüzleştirmiştir.Görebilseydim, o günlerde ellerinden öperdim. Çünkü onların tümünün öpülesi elleri vardır. O eller, biz eğitimcilerin sıvazlanan sırtındadır, okşanan başındadır. O eller; görev yapmadığımızda, savsakladığımızda işleri, yakamızdadır. O eller ülkemizin dört bir yanındadır, sahiplenirsek...



Bu günü hazırlayanlardan 1941 (Turgut Kavraal-Fotoğraf: Mustafa Güneri)


Sonra Mualla Eyüboğlu, bu genç mimar Yüksek Köy Enstitüsünde göreve yapı kolu başkanı olarak başladı. Bundan sonra yapılan yapılarda onun planları uygulandı, onun planları ile oluştu yapılar. O'nun planları ile gelişti, büyüdü Köy Enstitüleri. O planlar öğrenci alın teri ile yoğruldu, oluştu. Geldi bu günlere. Ama acılı ve de sancılı bir geliş oldu. Bakımsız kaldılar, yıkıldılar, yıktırıldılar. Oysa ülkemize gelen her yabancı ülke yetkililerinin ilk uğrak yerlerinden biri de bu okullardı. Özellikle de Hasanoğlan Köy Enstitüsü... Övünçle, gururla, göğüsler kabartılarak açıklanırdı, uygulamalar gösterilirdi. Övünç kaynağımızdı. Dünyaya örnek olan eğitim kurumumuzdu, kurumlarımızdı. Hasanoğlan'da bu övünç kaynağı olan yapılar bir gün yıkılmaya başlandı. İşlikler Köy Enstitüsü İş Atelyeleri, kümes ve ahır binaları yıktırıldı.

İşte tam bu anda eğitim tutkunları devreye girdi. Tarihe mal olmuş, ülkemizin gurur kaynağı bu eğitim sisteminin tarihe tanıklık eden diğer binaları yıkılmaktan kurtarıldı. Yıkım durduruldu. Şimdi bu binalar koruma altındalar. Ancak parasız-pulsuz, ödeneksiz koruma olur mu? Bu işe gönül verenler, eğitim tutkunları, eğitime bel bağlayan kuruluşlar devreye girmelidir. Her yıl söylemlerin yanında, birer de bina onarılsa olmaz mı? Olur elbet. Hem de alın terleri ile yoğrulan bu harçları, o taşları yontan eğitim neferleri, daha da huzur içinde olurlar. Öylryse Atatürk'ün dediği gibi "Şimdi sözden çok iş zamanıdır." gerçeğini artık görelim.







Zeynep Şahin, Köy Enstitüleri 66 Yaşında, Cumhuriyet Ankara eki Yıl:2 Sayı:93 s.8 (14 Nisan 2006)

      06 Temmuz 2008 Günü

Bu sözlerimin doğruluğunu acı bir şekilde yaşadım. hala şoktayım. 06 temmuz 2008 Pazar günü Hasanoğlan mezunları toplantı günüydü. Her yıl düzenli olarak katıldığım bu birlikteliğe güle oynaya katılmaya gittim. Açık hava tiyatrosu eski günlerdeki coşkusunu yaşıyordu. Gelen öğrenciler birbirlerine sarılıyor, kucaklaşıyor, 20, 25 hatta 30 yıl öncesini yeniden yaşamak ister gibi coşuyorlardı. Gerçekten görülmeye değerdi.




Ben Hasanoğlan'a her gelişmde resim derslerimi yaptığım resim atelyesine sürekli uğrarım. Açık hava tiyatrosundan bir ara ayrılıp yine atelyeye gittim. Hani derler ya; Keşke gitmez olsaydım. Aynen öyle oldu. Beynimden vurulmuşa döndüm.  Atelya yanmış, yazı tahtasında duran yazım kül olmuş, tahtanın iskeleti görünüyor. daha geçen yıl, o yazıları yazdığım dönemde öğrenci olan arkadaşlarımın tahta önünde çocuklarıyla birlikte resimlerini çekmiştim. Neşeliydik, şendik. Çünkü 1982 yılından beri o yazılar duruyordu. Kimseler silmeye bozmaya kıyamamıştı. Ne var ki bu yıl binaya tümden kıymışlar. Evet; her yıl Hasanoğlan'da etkinlik düzenleyenler, her yıl söylemlerle yetinenler... Ne zaman iş yapacaksınız? Ne zaman eylemlerinizle korumayı gerçekleştireceksiniz? Biliniz ki; halk deyimiyle "LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ."

Bu yanan bina;köy enstitüsü öğrencilerince o yokluk yıllarında yapıldı. Araç gereçleri öğrencilerin sırtlarından, omuzlarından geçti. Harçları alın terleriyle karıldı.Yalınayak çalıştılar, yılmadılar, binaları bitirdiler. 

Onlar laf üretmediler, onlar iş ürettiler bina yaptılar, hiç yıkmadılar, hep yaptılar, içinde okumak, okuyup adam olmak, okuyup ülkeyi karanlıklardan kurtarmak için çalıştılar, 21 günde bina oluşturdular. Bu günlere dek uzanan EĞİTİM ANITLARI yaptılar. sizler yıkasınız, sizler yakasınız diye değil, daha iyisini yapasınız diye çırpındılar, ter döktüler. 

Onlar; sözden çok iş ürettiler.

Umarım emeklerini helal ederler. Umarım bizleri bağışlarlar.




Canla-Başla çalıştılar 1941(Fotoğraf:Mustafa Güneri)




Böyle Tamamladılar 1942(Fotoğraf:Mustafa Güneri)






Bizler böyle yaktık(1942'den 2008'e başarı grafiğimiz)









                   EĞİTİM MÜZESİ YOK EDİLİYOR

                   
Hasanoğlan köyün camisi ve civarına kurulan çadırlarda başlayan kuruluş, diğer köy enstitülerinden gelen öğrenci ve öğretmenlerce oluşturulan beş bina yapıldı. Bu binaların altı yatakhane, üstü derslikti.

                                                                (sürecek) 

                   NELER DEDİLER

              Çok üzüldüm bu halde görmek bizi çok ama çok üzüyor, mzimizi en değerli hazinelerimizi yakmışlar  çok yazık olmuş... Burası apayrı bir dünyaydı.. bir şeyler yapmalı öyle değil mi hocam?

                                                              09 Ekim 2009
                                                        Emine Bozdağ Hayta


                  Evet hocam ben bu manzaraları görmemek için hiçbir pilav gününe gelmedim, katılmadım. Ailem hala orada ama onlara uğrayıp kaçıyorum. Kötü ama hiçbir şey yapılamaz... yaptırmazlar. Öyle bir zamandayız ki...

                                                                12 Ekim 2009
                                                            Kiraz Yıldırım Sezer


               O bina bir tarihi değeri, gencecik yüreklerin bir araya gelerek aydınlık dünyaya pencere açmak için öğretmenlerin ışığı altında harçların küçücük ellerin harmanladığı taşlarında yüreklerini temsil ettiği, yüreklerini üst üste koyarak inşa ettiği binalar eğitimde nasıl okulsuz olan bir milletin eğitime inanmış öğrenci ve öğretmenleriyle nasıl ayağa kalktığının bir delilidir. Bu binaların gelecek nesillere aktarılması gerekir bence.

                                                                   03 Kasım 2009
                                                              Ahmet Feridun Oktay


              Değerli öğretmenim, hazırlamış olduğunuz sitenizi beğeniyle ve duygulanarak inceledim. Okudum ve çok duygulandım.. nereden nereye geldiğimizi o kadar güzel belgelerle ve dizelerle anlatmışsınız ki, anlatamam.  ...
                                                                  17 Mart 2010
                                                            Emine Bozdağ Hayta


             Sevgili öğretmenim. Hasanoğlan Köy Enstitüsü sayfanızda gezinirken gerçekten çok duygulandım. Özellikle binbir sıkıntı ve yokluklardan var edilmiş binalarımızın son haller beni de derinden yaraladı.
             
               Ben Hasanoğlan Köy Enstitüsü kurulrş günlerini babamdan dinleyerek büyüdüm. Babam 1941'de Cılavuz Köy Enstitüsü öğrencisiyken Hasanoğlan'a ilk harç koyan öğrencilerden birisiydi (Mustafa Turan 1923-2007). Kars'tan Ankara'ya yolun bir kısmını kamyon kasasına yaptıkları tahta oturaklarla bir kısmını da trenle nasıl sürdürdüklerini, Hasanoğlan'a ilk girişlerini, yaptıkları binayı her dinlediğimde aynı heyacanı yüzünde okurdum.

                  Ben Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesini kazandığımda babamın heyacanı benden fazlaydı. Belki de bu nedenle benim için oraya alışmam zor olmadı. Hasanoğlan benim kendi evimdi. Babam geldiğinde çadırlarda kalmıştı.Binalar yapmıştı. Ben sıcak yatakhanelerde kalıyordum. Güzel binalarda ders yapıyordum. Babam daha Köy Enstitüsü öğrencisiyken 1941'de bana bir gelecek bırakmıştı.

                   Fotoğraflara baktığımda çok üzüldüm. Artık o gelecek yok. Geleceğimizin belleğini siliyorlar. Siz bunları görmemizi sağladınız. Bizi uyardınız sağolun.

                    Saygılarımla.
                                                            06 Haziran 2010
                                                              Alpaslan Turan


                     Hocam ben ikinci defa okudum, ilk kez okuyormusum gibi heyacan duydum ve zevkle okudum ama okurken de nereden nereye gelmişiz gelinmiş diye de çok eseflendim, hüzünlendim...   ....

                                                              06 Haziran 2010
                                                          Emine Bozdağ Hayta


Hocam; aklıma hababam sınıfındaki okul kurtarma sahnesi geliyor. "Yok mu böyle bir büyüğümüz." diye içimden geçiriyorum. İnanın buraları siyasi nedenle kapatanlara sitemim. Şu anki iktidar dönemi dahil eğitimle o kadar oynanıyor ki.. Belki iyiyi güzeli arıyorlar. Fakat o günkü eğitim... Arifiye'den mezun emekli bir öğretmenimiz ile öğretmen evinde konuşurken sanki bir dil uzmanıyla konuşuyorum. Dilbilgisi, imlâ, ziraatçi, marangoz... ve daha neler. Şimdiki öğretmenlerimiz başta, öğrencilerimiz, doktorumuz, veterinerimiz... Birçok bilgiden tecrübeden bihaber. Yaparak yaşayarak öğrenme. En güzel yöntem bana göre. O da Hasanoğlan gibi Eğitim Kurumlarındaydı. Böyle kurum kaldımı bilemem. Az önce geçmiş bir mesajıma bakarken, ülkeyi geri götürmek için, kaynaklarını elde etmek için yapılan iç ve dış çalışmaların varlığı aklıma geldi. Onların en önemlisi de EĞİTİM galiba... Neyse hocam fazlaca yazdım. Bu hızınız ve ilginize teşekkürler. Sağlıcakla.

                                                    Şemsettin Özdemir
                                                          29.06.2010

Sözünü ettiğin öğretmenden; sohbetlerine devam ederek çalışkanlık, disiplin, iş bitirme, dört dörtlük öğretmenlik kısaca yaşamla ilgili ne varsa görüşler alabilir, davranışlar kazanabilirsin. Onların deneyimi konuşur, onların davranışları örnek olur. Ondan al alabildiğin kadar... Sen karlı çıkarsın. Onların azalması, eğitimdeki eksiklerin çoğalmasına neden olmuştur. Onlar çalışırdı, bu maaşa bu kadar demezlerdi. Aldıkları görevi maddi çıkar beklemeden yerine getirirlerdi. Onlar; elleri öpülesi o öğretmenler, Hasanoğlan'da da alın terlerini akıttılar, binalar yaptılar, Hasanoğlan öğrencilerine teslim edip gittiler. Hiç olmazsa alın terlerine saygımız olsun.Selam ve sevgiler.
                                                              Mehmet Erbil
                                                               29.06.2010







01 Temmuz 2007 1982 yılı öğrencilerim çocukları ile atelyemde(Yanmadan önce)

               NELER DEDİLER

         ... Ben sizlerin çalışmalarını hep taktirle anlatıyorum. Anılarımızdan bahsetmişken, bir anımı anlatayım. Bingöl Genç ilçesinin Diyarbakır sınırında terörün merkezinde bir köyde öğretmenliğe başladığım yılda, Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı yeni ayrılmıştı ve okul tabelalarının değişmesi gerekiyordu. Müfettiş beni uyardı. Ben şehrin uzaklığından, tabelacının yokluğundan bahsederken, mezun olduğum okulu sordu. Biz de gururla okulumuzdan bahsettik. O da Hasanoğlan mezunu imiş ve bana kızdı. "Oradan mezun olan bunu kendisi yapar." dedi. Ve bir siyah bir sarı boya ile tabelayı ben yazmıştım. Bu ilk tabelamdı ve ben İstanbul'da hem öğretmenlik hem kısa bir süre de olsa tabelacılık yaptım. Sözün özü bizleri yetiştiren değerli hocalarımızın önünde saygıyla eğiliyorum, hepinizin ellerinden öpüyorum. Sağlıcakla kalın.

                                                    Şemsettin Özdemir
                                                        25 Haziran 2010


Sayın hocam, 18 yıldır öğretmenliğin hakkını vermeye çalışan bir öğretmen olarak…
“Tohum SAerpen Çiftçi” heykeli ararken tesadüfen sitenize ulaştım. Çok etkilendim. Türkiyemizi aydınlıklara taşıyacak olan öğretmen okullarımızın öyküsünü ayrıntıları ile görme fırsatı buldum. O günleri yaşatan aydınlarımızın önünde saygıyla eğiliyorum. Bu sitenin oluşumuna katkı sağlayan herkesin eline, yüreğine sağlıklar dilerken, hiç yitirmediğim yeniden ‘Aydınlık Türkiye’ umutlarımla saygılar sunuyorum.
 
Salim Diker  27.08.2011




Yazı Tahtası bu hale geldi 06 Temmuz 2008




Katılımcılardan bir grup 06 Temmuz 2008 - Bakışlar üzgün ve düşünceli-                                                                                      


               TÜRK BÜYÜKLERİ

Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesinde yol boyunca Türk büyüklerinin büstleri vardır. Bunlar; her fırsat bulundukça karalanan Köy Enstitüsü öğrencilerinin yaptığı çalışmalardır.  Yüksek köy Enstitüsü sanat bölümü öğrencileri yapmışlardır. Öğretmenleri Hidayet Gülen gözetiminde yapılan bu büstler okul içinde  gelenleri karşılamakta ve tarihin derinliklerine götürmektedir.

 Daha sonra Atatürk Parkı içine, yol kenarındakilere göre biraz daha küçük boyutlu olan büstler yapılıp konmuştur. Yıl 1949-1954 li yıllardır.  O zamanlar okul müdürü Kemal Üstün'dür.  Kemal üstün devrim şehidi Kubilay'ın arkadaşıdır. O günlerde okulun resim öğretmenlerinden biri de ressam Nevzat Akoral'dır.  Bir gün gördüğüm bir fotoğraf beni, Gazi Eğitim Enstitüsü'nden  hocam olan Nevzat Akoral'a yöneltti. Hocam bir öğrencisiyle sözünü ettiğim bu büstlerden birini yapıyorlardı. Sorduğumda, yol kenarındakilerin Yüksek Bölüm öğrencileri döneminden kaldığını, Atatürk Parkı'ndakileri de kendisi ile bir öğrencisinin yaptığını aktardı. 

Onların tümünün  ellerine sağlık.




Nevzat Akoral ve öğrencisi Kanuni Büstünü Çalışırken(1956-57)


                        AŞIK VEYSEL

Araştırmalarım sırasında bir başka fotoğrafla da gören gönlüyle tanıdığımız, türküleriyle anadoluya bağlandığımız Aşık Veysel'e ulaştım. Ortada Aşık Veysel, sağda ressam Nevzat Akoral, solda da Aşık Veysel'in yardımcısı var. Aşık Veysel o zamanlar okulda saz dersleri vermektedir. Ocağından yurdundan uzaktır. Hasretlik vardır. Hasretlik vardır ama O; hasretliğe özgü gül dikmektedir Hasanoğlan'da. Tutup o hasretlikler "Bir mektup aldım, gül yüzlü yardan" diye türküsünü Hasanoğlan'da yazmaktadır. Bir de bu günlere dek uzanan O'nun diktiği kiraz ağacı tanıklık etmektedir o günlere. 


  

Bu ağaç yarısı budanmış olarak, spor salonu arkasındaki GÖLKÖY ekibinin yaptığı binanın yan bahçesinde bizlere dostça kendini anımsatmaktadır.

Rahat uyu Veysel Usta;

Seni hep "hatırlıyoruz."  

"Hatırlıyoruz" da, diktiğin ağacı kurumaktan, bahçesinde yer aldığın "GÖLKÖY" Köy Enstitüsü ekibinin yaptığı binayı yakılmaktan kurtaramadık. Umarım GÖLKÖY'lüler bizi bağışlarlar.




Yakılan GÖLKÖY Köy Enstitüsü ekibinin yaptığı bina ve önünde Aşık Veysel'in diktiği kiraz ağacı (Mahir Akarca,Bünyamin Balamir,Lale Ataman,Yusuf Demirtaş)(19.04.2009)

Hasanoğlan'a her gidişimde rastladığım olumsuzluklardan biri. Hala 17 Nisanlarda toplanıp "sözle iş yapığını" sananlar uyansın diyorum. Uyansınlar...

                             MUSA KAZIM YALIM'IN ANILARI


                           

                   Musa Kazım Yalım, 1950-1951 öğretim yılı Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu. Köy Enstitülerini kapatmanın ve Türk Milli Eğitim tarihini karartmanın gerisinde olan güçleri hiç affedemiyor. Bu okullarımız sürseydi, eğitim kesintiye uğratılıp,  kapatılmasaydı ülkemiz bu sıkıntıları yaşamayacak, yetiştirilen üretici ve yaratıcı insanlarla hem eğitim düzeyi artacak hem de her zorluğu yenmeyi başaracaktık. Kişilikli bir eğitimle, kendimize özgü bu sistemle, kşilikli kuşaklar yetişecek, el açmadan, bel bükmeden, kimselere yanaşmadan, ülkemiz kalkınma aşamalarını başaracaktı. 
                   Çok yazık ettiler, çok...

                  Okulda ilk günlerimi hiç unutamam. Babamla birlikte Hasanoğlan'a geldik. Annem yoktu. Okumak zorundaydım. Babamla beni misafirhaneye götürüp ağırladılar. Ablalar bana yol gösterdi, okulu tanıttı. O kadar hoşuma gitmişti ki, güzel yataklar, üç öğün yemek vardı. Ben bunları köyde bulamazdım, bulma olanağım da yoktu. Köyde nerdeyse ayağımda çarık bile yoktu diyebilirim. Bu ortam, bu yakınlık beni okula bağladı. Zaten başka çarem de yoktu. Ben okuyacaktım.

                Babam beni bırakıp gitti. Benimle gelen dayımın oğlu daha sonra dayanamayıp okuldan ayrlıp köye döndü. Ben devam ettim. Mutluydum... Okulun çalışma düzeni, derslerde aldığım bilgiler beni buraya bağladı. Örneğin, kürenin hacmini ölçmek için öğretmenin sınıfta bir karpuzu ortadan kesip, çevresine ip dolaması  basit ölçüm yöntemini göstermesini hala unutamam.

                 Hele bağ çubuklarını dikip, numara verek, her öğrenciye bakım için yanlarına diktiği plakalarla bu çubukların bakımının yapılması anlatılmaz. 1000 kök bağ çubuğu vardı. Numaralara göre bağ çubukları tek tek kotrol edilirdi.  Öğrenciler bu kontrollere göre notlar alır, çubuklardan hangi gübre ile ne kadar verim alınacağı kayıt altına alınırdı. Böylece bulunan kayıtlara göre çubukların verimi o gübre ile artırılırdı.

                 Tarım öğretmenimiz İzzet Palamar bu titizlik ve düzen içinde bizlere ciddi çalışmalar yaptırdı. Numaralara göre tek tek çubuklar kontrol edilir, notlar ve öneriler hazırlanırdı. Her öğrenci titizlikle kendi bakımında olan asmaları izler, çalışmalarını yürütürdü.

                                  80 KİŞİLİK ORKESTRAMIZ

                   Müzik eğilimi olan 80 kişi belilenerek, bir mandolin orkestrası oluşturuldu.  Müzik öğretmenimiz Mehmet Öztekin'di. Çalışmalar ilerleyince, oluşan bu orkestra ile konserler vermeye başladık. Orkestra elemanlarından biri de bendim. Konserde öğrendiğimiz çeşitli parçaları çaldık. Bizi dinleyenler arasında opera sanatçısı birisi de varmış, bizleri çok beğenmiş. Daha sonra bu sanatçı ile çok seslilik üzerine çokça konuşarak, tartışmalar yaptık. Çok sesli Türk müziği üzerinde ağırlıklı duruldu. Benim çok ilgimi çekiyordu. Sonraları bu sanatçının çok sesli Türk müziği çalışmaları oldu. Ne var ki, bazı tepkiler almaya başlayınca, çok sesli müzik çalışmalarından vazgeçtiğini öğrendik. O günlerde o tartışmaları sıık sık anımsar, çok sesli müziğin yapılmasının gerektiğini hep düşünürdüm.


                             RESMİN GÜCÜ

İbrahim Bayram Hasanoğlan Köy Enstitüsünde eğitim almış. Şimdilerde emekli bir resim öğretmeni, ressam. Resimden emekli değil, hala yılmadan resim yapıyor. Gücü, coşkusu ve üretimi bol ola...

Yıl 1954. 18 Mart'ta Ankara'ya gelen Dr. Konrad Adenauer Hasanoğlan'ı da görmek ister. Tarih 21 Mart 1954. O gün, Konrad Adenauer Vakfı yetkilileri tarafından şöyle anlatılır:

"Öğleden sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsünü ziyaret eden Dr. Adenauer burada okulu gezerek öğrencilerle ve öğretmenlerle konuşmuştur. Burada İbrahim Bayram isimli bir öğrenci kurşun kalem ile yapmış olduğu portresini Konrad Adenauer'e hediye etmiş, buna çok sevinen Adenauer resmi imzalayarak öğrenciye geri vermiştir."

O günkü bu olay, 21 Mart 1954 tarihli Okul Ajansı'nın 49. sayısında öğrenciler tarafından haber olarak aynenşöyle yazılmıştır:

"F.Almanya Başvekili Dr. Conrad Adenauer okulu ziyaret etmiş, çeşitli gösterileri izlemiştir. Okul hatıra defterine "Öğretmen yetiştirmek üzere kurulan bu müesseyi ve çalışmalarını çok mükemmel buldum" diye yazmıştır."

Ajansı yazanlar bu olayı yazmışlar da , İbrahim Bayramı unutmuşlar, unutmuşlar da Bayramı yazmamışlar...




İbrahim Bayram Atelyesinde  öğrenci iken 21 Mart 1954 yılında yaptığı Adenaur portresi ile(20.10.2008)


Bu gün 16 Mart 2006. Aradan tam 52 yıl geçmiş. Sayın İbrahim Bayramı aradım. Hala resim yapar, hala renklerle, çizgilerle uğraşır... O günü sordum. Heyacanlandı. O günkü gibi kalbi yeniden heyacanla çarptı. "O gün Adenauer beni hiç yanından ayırmadı, gittikten sonra da benim adıma okulumuza hediye olarak komple bir kimya laboratuarı yolldı. Onlarla Yüksek Köy Enstitüsü binasında kimya laboratuarı kuruldu.." diye ekledi.O günkü heyacanını yeniden yaşıyordu. Bence; İbrahim Bayram'ın gücü, resmin gücü, dahası sanatın gücü buydu...


Aslında bu laboratuar bu göz boyama "marşal" yardımından başka bir şey değildi.

-Bu göz boyamalar Köy Enstitülerinin kapanmasına karşılık olarak yapılıyordu. Ve de gözlerimizi o denli boyadılar ki, sonunda önümüzü göremez hale geldik, KÖR OLDUK.-(27.07.2008)


                      EMEKLİNİN ANILARI

Yer Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesi. Emekli olan arkadaşımız hem veda etmek hem de öğrencilere bir iki şey söylemek üzere tören alanında çıktı kürsüye... Konuştu., öğrencilere öğütler verdi. Ardından anlattı öğretmenliğe başladığı ilk yılları. Onsekizinde girmiş bu Tanrı mesleğine.  Yıl 1941... Çalışmış.

Bir yıl sonra, 1941-42 öğretim yılında okul müdürü bir ekip hazırlamış, bu öğretmeni de ekip başı olarak vermiş. Haydin Hasanoğlan Demiş. İşleri bir bina yapmak.

Başlamışlar bir binaya. Aradan biraz zaman geçmiş, bir gün çalışırlarken, bir öğrenci önde, kendisi teskerenin arkasından tutmuş bir haldeyken  bir bakanlık yetkilisi gelmiş O'nu öyle görünce sırtını sıvazlamış. Böyle anlattı, böyle dedi tüm öğrencilere... Ama O yetkilinin kim olduğunu diyemedi... Bu arkadaşımız iş dersi öğretmenimizdi.(1)

Sırtını sıvazlayan da İsmail Hakkı TONGUÇ.

O günlerde, 05.10.1976'larda arkadaşımız bu adı diyemedi.

Sağlık olsun.


               AL ÇİZ

Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesi kalorifer kazanın, 24.01.1982 de patlaması sonrası yıkılan sınıfların derslik açığını kapatmak için yatakhane binası kızlar bölümü birinci katı dersliklere dönüştürüldü. Zemin mutfak ve yemekhane olduğu için öğrencilerin  zamanının çoğu artık bu bölümde geçecekti. Bundan hareketle yemekhane önünde bir düzenleme yapmak gereği duyuldu.





Köprü ve Havuz yapımı çalışmasında  ben ve öğrencilerim-15 Nisan 1983 (Mehmet Pala arşivi)


Yıl 1983 bahar ayları... Düzenlemeyi iş derslerimizde öğrencilerimizle yapacaktık. Okul personelinden duvar ören ustamız ve bahçıvanımız da bize yardımcı olacaklardı. 

İşler planladığımız gibi başladı. Gerekli olan taşları ve kumu Hasan Deresi çevresinden traktörle taşıdık. İlkin havuzun yerini ve biçimini belirlemek için yere çizim yapılacaktı. Bir kısmını çizdim. O sırada bir öğrencim: "Öğretmenim şurayı da ben şöyle çizmek istiyorum." demiş. Ben de "Al çiz" diye elimdeki çubuğu vermişim. Ben bu olayı unutmuştum. Yıllar sonra, Temmuz 2004 te bu öğrencim, 1982 yılı mezunları toplantısında anlattı. "O zaman öyle mutlu olmuştum ki, hala o anı yaşıyorum, hiç unutmadım. Çünkü o bölüm benim çizdiğim gibi tamamlandı." diye ekledi. Bu öğrencim Hacı Bayram Vural'dı(2). 

Aslında bu; öğrenci-öğretmen işbirliği Hasanoğlan, daha doğrusu bir Köy Enstitüsü gelenelği idi. Öğretmeni, öğrencisi işleri birlikte ele alır, zorlukları birlikte göğüslerlerdi.




Havuz ve Köprü simge olmuştu. Öğrencilerimiz kendi emekleri ile yaptıkları bu alanda fotoğraf çektirip o günleri belgelediler. (Fotoğraf Necmiye Öztürk arşivinden alınmıştır)


O gün öyle olmuştu. Çünkü o toprakta, yeşeren her yaprakta onların alın teri, emeği vardı. Silinememişti... Silememişlerdi. Otopraktan, o ağaçlardan bizlere de sinmişti.

Aynı olayı 16.03.2006 tarihinde resim atelyeme uğrayan, şimdi resim öğretmeni olan öğrencime anlattım(3). Dün gibi anımsıyordu. Doğal düzenleme görüntülü havuzu yapmış üzerine de bir tahta köprü koymuştuk. Çalışmalar ilerledikçe biçim ortaya çıkmaya başlamıştı. O sırada bir öğrencim yanıma gelerek; "Öğretmenim artık size takdir verirler." dedi. O zaman içimden gülerek öğrencime; "Takdiri bırak. tektir vermesinler yeter." demiştim. Öğrencim olayı hatırladığını, hatta bunu söyleyen arkadaşının  memleketlisi olduğunu da ekledi.

Yıllar sonra okulu ziyaretimde havuzun 2004 yılında onarıldığını, 2005 te de köprünün yeniden yapıldığını gördüm, sevindim, mutluluk duydum. Onaranlar sağ olsunlar. Bu herşeyden önce alın terine ve de öğrenciye saygıdır. Çünkü öğrenciye saygı içermeyen eğitim sistemi başarıdan uzaktır, göstermeliktir.

Öğrenciye saygı duyanlar sağ olsunlar...

Çoğalsınlar.

                                                                   Ankara,19.03.2006
(1)   Vahdet Köseeren(Emekli İş Dersi Öğretmeni)
(2)   Hacı Bayram Vural(Avukat)
(3)   Özcan Kılıç(Resim Öğretmeni)

















 
  Bugün 108200 ziyaretçi (193162 klik) kişi burdaydı! SANATLA KALIN-SAĞLIKLA KALIN  
 
isteataturk.com Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol